25 Şubat 2013 Pazartesi

TECVİD ÖĞRENİMİ ÖZET



NOT;BAĞLANTIYADA BAKMANIZI ÖNERİRİM
.http://www.aziziyemuftulugu.gov.tr/www.dadaskentmerkezcami.com/tecvid1.htm
TECVİD İLMİNİN MAHİYETİ

1. Tecvidin tarifi:

Tecvid ( التجويد ) lugatta: “Bir şeyi güzel yapmak, süslemek, iyi ve
hoşça yapmak” manalarına gelmektedir. Istılah manası olarak tecvid:

“Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i âdab 
ve erkânına uygun bir şekilde hatasız okumak” demektir. Bununla ilgili
kaideleri öğreten ilme de: “Tecvid ilmi” denir.

2. Tecvid ilminin mevzuu:

Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri, Kur’an-ı Kerim'in aslını ve esasını
teşkil eden hece harfleridir.

3. Tecvid ilminin gayesi:

Rasulullah (S.A.V.)in ağzından duyulduğu üzere, Kur’an-ı
Kerim'i fesahat ve belağatına uygun bir şekilde okuyabilmeyi sağlamak,bu hususta olanca gücü sarf etmektir. Şöyle de denebilir: Kur'an-ı Kerim'in okunması esnasında dili hatadan, noksanlıktan ve ziyadeden korumak, “Kur’an-ı Kerim’i tertil ile (açık-açık, tane-tane) oku” ayet-i
kerimesindeki emre sımsıkı sarılmaktır.
Bu şerefli ilmi öğrenmenin faydası da: İki cihan saadetine nail
olmak ve Cenab-ı Hakk'ın cemaliyle cennetiyle müşerref olmaktır.
4. Tecvid ilmini öğrenmenin zaruriyyeti:
Kur’an-ı Kerim tecvid üzere nazil olmuş ilahi bir kitaptır. Cebrail
(A.S.) Peygamberimiz (S.A.V.)e Kur’an-ı Kerim’i tecvid ile okumuş,
Peygamberimiz (S.A.V.) de ümmetine aynı şekilde bildirmiştir.
Binaenaleyh namaz sahih olabilecek kadar Tecvid ilmini öğrenmek farz-ı ayındır. Çünkü Cenab-ı Hak, şöyle buyurmaktadır.
"وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً" “Kur’an-ı Kerim’i tertil ile (açık-açık, tane-tane) oku” Bu ayet-i kerimede ALLAH (C.C.) Kur’an-ı Kerim'i tecvid ile
okumayı emretmiştir. Mezkûr ayetle ilgili olarak Hz. Ali (R.A.)’a
sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Tertil, harflerin tecvidini ve vakıfları bilmektir.” Kur’an-ı
Kerim'i tertil ile okumak farzdır. Tertil de tecviddir.

Diğer bir ayeti kerimede Cenab-ı Hak: “ALLAH’ü Teâlâ,
Kur'an (ın lafzında ve manasın) da hiçbir (tezat ve) eğrilik kılmadı.”
buyurmuştur.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur’an-ı Kerim'i tecvidli olarak okur ve
bu konuya itina gösterenleri de takdir ederdi. Enes b. Malik (R.A.)’a:
-Hz. Peygamberin okuyuşu nasıl idi? diye soruldu. O da:
-Hz. Peygamberin okuyuşu, uzatılacak harfleri uzun okur idi, dedi
sonra (misal olarak) Bismillahirrahmânirrahim'i okudu da:
- Hz. Peygamber (S.A.V.) Bismillâhi uzatır, er-Rahmân’ı uzatır
ve er-Rahîm'i uzatır idi, dedi.
Aynı şekilde Ümmü Seleme (R.Anha) validemiz, Rasülullah
Efendimiz (S.A.V.)’in okuyuşunu tarif etti: Öyleki, O’nun okuyuşunu
harf harf tarif ediyordu.
Ayrıca Peygamberimiz (S.A.V.) tecvide riayet etmeden Kur'an-ı
Kerim-i okumayı yasaklamıştır. Nitekim Enes b. Malik (R.A.) şöyle
demiştir:
“Nice Kur'an okuyanlar vardır ki, Kur'an onlara lanet eder.”
Bu lanet, Kur'an-ı Kerim'i tecvidsiz olarak okuyan; harflerin
mahreçlerine ve sıfatlarına riayet etmeyen kimseyedir.
Tecvid konusunda sahabe-i kiramdan Abdullah İbn-i Mesud
(R.A):
-Kur'an-ı Kerim'i, tecvidle okuyunuz. Abdullah İbn-i Abbas
(R.A.) de:
-Kur'an-ı Kerim'in harflerini açık bir şekilde okuyunuz, demiştir.
Bu hususta Şeyh İbnu'l-Cezeri de Mukaddimesinde şöyle der:
“Tecvidi öğrenmek, ona riayet etmek kat’i bir farzdır. Kim Kur'an-ı
Kerim’i tecvidsiz okursa günahkâr olur. Çünkü O'nu ALLAH (C.C.)
tecvidle indirdi ve bize kadar da böylece (tecvidle) geldi. Tecvid;
tilavetin süsü, eda ve kıraatın da ziynetidîr.”
Netice olarak diyoruz ki bütün bu ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler
ve diğer nakiller açıkça ifade ediyor ki: Kur'an-ı Kerim'i, Lahn (hata) ile okumak, tecvidsiz okumak caiz değildir, haramdır. Harflerin mahreç vesıfatlarına uymak suretiyle, namaz sahih olabilecek kadar Kur'an-ıKerim’i tecvid üzere okumak: Erkek-kadın her Müslümana kat’i farzdır. Bunu inkâr eden kâfir olur. Binaenaleyh, Kur'an Kerim'i tecvid kaidelerine uygun olarak öğrenip okuyabilme imkân ve kabiliyetine sahip oldukları halde, çeşitli sebeplerle bunu ihmal edip,Kur'an-ı Kerim'i hatalı olarak okumaya devam edenlerin günahkâr olacakları aşikardır. Gayret ettiği halde, öğrenme imkânından mahrum olanların mazur sayılabileceklerini ümit etmekteyiz. ALLAH’ü a'lemü. Tecvid ilmini bilmek, dört temel esasa bağlıdır


Bu bölümde; Harfler, harflerin mahreç ve sıfatları hakkında
malumat vermeye çalışacağız, inşaALLAH.

HARFLER

Harf; lugatta: “Taraf, bir şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı”
demektir. Tecvid ilminde ise harf: “Bir mahrece itimad ederek çıkan ses” den ibarettir. Harfler iki kısma ayrılır:

1- Aslî harfler: Bunlar bildiğimiz şu -28- hece harfleridir:

ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن و ه ي
Bazı harf sıralamalarında vav ( و) ile ye ( ى) harfi arasına yazılan
lamelif ( لا) müstakil bir harf değildir. Adından da anlaşılacağı üzere, lam ile elif harfinin birleşmesinden meydana gelmiştir.

2- Fer'î harfler: Aslî harflerden çıkan ve ikinci derecede olan

harflerdir ki, fasih olup Kur'an-ı Kerim'de bulunan fer’î harfler şunlardır:

a- Hemze-i müsehhele (Teshil yani kolaylaştırılan hemze): Bu da

üç kısma ayrılır:

I- Hemze ile elif arası: Fussilet süresi, 44. Ayet-i kerimesinde

geçen: ( ءَأَعْجَمِيٌّ ) kavli şerifindeki ikinci hemzenin hemze sesi ile elif sesi arasında bir sesle okunuşu gibi. Kıraatta imamımız, Asım kıraatı ve Hafs rivayetinin tek örneğidir. Bu hemzede teshil yapılırken çıkacak olan ses أَهَعْجَمِيٌّ) ) şeklinde bir ( ه ) sesi olmamalıdır. Bu şekildeki bir okuyuş teshil değil, hatadır, lahn-ı celidir.

II- Hemze ile ye arası: ( أَئِنَّكُمْ ) kavli şerifindeki ikinci hemzenin,

halis hemze sesi ile ye sesi arasında bir sesle okunuşu gibi.
III- Hemze ile vav arası: ( أَؤُنَبِّئُكُمْ ) kavli şerifindeki ikinci hemzenin,
hemze sesi ile vav sesi arasında bir sesle okunuşu gibi. Bu son iki vecih, İmam-ı Asım kıratında yoktur.

b- Elif-i mümale: İmale edilen (uzatılan) elif. Elif-i meddiyye ile

ye arasında bir eliftir ki, ne halis eliftir ve ne de halis ye'dir. Bu halde,elif tarafı ye tarafına galip olursa ona “İmale-i suğra (küçük imale)”,eğer ye tarafı elif tarafına galip olursa ona da “İmale-i Kübra (büyük imale)” denilir. Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetinde tek örnek: Hûd suresi, 41. Ayet-i kerimesinde geçen ( مَجْرَيهَا ) lafz-ı şerifidir. Bunu imale-i kübra ile okumak lazımdır. Burada “re” harfinin önündeki elif harfini
imale-i kübra ile imale yapabilmek için: Elif harfini telaffuz ederken ye harfi gibi yaparak ve re harfini ince okumakla mümkün olur.
c- Nun-u muhfat: ihfa edilen nundur.

Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetinde bulunan fer’i harfler
bunlardır. Diğer kıraat imamlarından İmam Hamza’nın birinci ravisi
Halef kıraatında; “Sad-ı müşemme (işmam olunan sad)” ve İmam
Nafi'in ikinci ravisi Verş kıraatında; “Lam-ı mufahhame (kalın okunan lam)” diye iki fer'i harf daha vardır.


MEHARİC-İ HURÛF


(Harflerin Mahreçleri)

Tecvid ilminde mahreç: “Harfin çıkış yeri” demektir ki harfin
çıktığı; başka harflerden tefrik ve temyiz edildiği (ayrıldığı) yerdir.

Mahreç mahalleri beştir.

1- CEVF: Boğaz ile ağız içinde olan boşluktur.
2- HALK: Boğaz
3- LİSAN: Dil.
4- ŞEFEH: Dudak.
5- HAYŞUM: Geniz kovuğudur.

İşte mahreç mahalleri bu beş bölgedir. Fakat bu mahallerden

çıkan harflerin mahreçlerinin adedi hususunda ihtilaf edilmiştir.
Muhakkıkın-ı kurra'nın görüsü -17- dir. Şimdi de bunu izah edelim:

1. Mahreç: Cevf’dir. Buradan med harfleri vav, ye, elif ( (و ي ا

çıkar.

2. Mahreç: Aksa-ı halk(boğazın başlangıcı, göğüse bitişik olan

kökü)dür. Buradan evvela hemze ( ء) sonra he ( ه ) çıkar.

3. Mahreç: Vesatu'1-halk (boğazın ortası) dır. Buradan önce ayın

ع ) )sonra da ha ( ح) çıkar.

4. Mahreç:. Edna-ı halk (boğazın ağıza yakın olan yeri)dir.

Buradan önce ğayın ( غ) sonra da hı ( خ) çıkar.

5. Mahreç: Aksa-ı lisan (dilin boğaza en yakın kısmı)dır.

Buradan büyük dilin dibini üst damağa vurmakla kaf ( ق) çıkar.

6. Mahreç: Kaf harfinin mahrecinin bir parmak miktarı

aşağısıdır. Buradan kef ( ك) çıkar.

7. Mahreç: Vesatu’l-lisandır. Dilin ortası ile üst damağın

ortasıdır. Buradan önce cim ( ج) sonra şin ( ش) sonra da ye ( ي) çıkar.

8. Mahreç: Sağ veya soldan dilin yan tarafını hafifçe üst adrasa

(azı dişlerine) dokundurmak suretiyle dat ( ض) harfi çıkar. Dat harfi
çıkarılırken dil ucu serbesttir

9. Mahreç: Sağdan veya soldan dat harfinin mahrecinin

bitiminden dil ucuna kadar olan kısmı ile karşısı olan üst
damaktır.Buradan lâm( ( لçıkar.

10. Mahreç: Dil ucu ile onun hizasındaki iki üst ön dişlerin
etleridir. Buradan ihfa olmayan nun ( ن) çıkar. Yeri itibariyle lam
harfinin biraz altıdır ve onun mahrecinden biraz dardır.

11. Mahreç: Dilin en uç tarafının biraz arkası ile karşısındaki ön

dişlerin üst tarafı olan damaktır. Buradan re ( ر) harfi çıkar. Bu durumda dilin ucu kavislidir.

12. Mahreç: Dil ucu ile üst ön dişlerin dipleridir. Buradan diş

etlerine gayet yakın olan yerden tı ( ط), biraz aşağısından dal ( د), dişlerin yarısına yakın olan yerden de te ( ت) çıkar.

13. Mahreç: Dil ucu ile alt ön dişlerin yarısından yukarısıdır.

Buradan: Dişlerin yarısına yakın olan yerden sat ( ص), az yukarısından sin س) ), dişlerin ucundan da ze ( ز) çıkar.

14. Mahreç: Dil ucu ile üst ön dişlerin uçlarıdır. Buradan: Dilin

gayet ucunun arkasından zı ( ظ), bunun biraz ardından zel ( ذ) ve bunun da biraz ardından se ( ث) çıkar. Bunların hepsinde dilin ucu dışarı çıkarılır. Zı harfinde biraz az, zel harfinde biraz daha fazla ve se harfinde de daha fazla çıkarılır. Bu durumda zel ve se peltek okunur.

15. Mahreç:Alt dudağın içi ile üst ön dişlerin uçlarıdır. Buradan

fe ( ف) çıkar. Fe harfi çıkarılırken, üfleyerek değil de üst ön dişler, alt dudağın karnını hafif ısırması ile yapılacak.

16. Mahreç: Dudaklardır. Dudakların birbirine kuvvetlice

kapanmasıyla be ( ب), dudakların içini uçlarına yakın yerleri hafifçe
kapatmakla mim( م) çıkar. Daha ziyade uçlarına yakın olan yerleri
birbirine kapanmayarak, ileri doğru uzatmakla vav ( و) çıkar. Vav'da
dudaklar fazla sıkılmaz. Dudakları geri çekerek vav çıkarılmaz.
17. Mahreç: Hayşumdur. Buradan gunne (hayşumdan gelen ses)
çıkar. Gunne, mim ve ihfa edilen nun harfine mahsustur. 
Bir harfin mahreci üzerinde çalışırken öteden beri kullanılan usûl:
O harfi sakin kılmak ve kendisinden önce de harekeli bir hemze getirmek suretiyle o harfi okumaktır. Mesela be ( ب) harfini, evveline bir hemze getirerek sakin kılıp eb ( أَبْ ) diye okuduğumuzda dudakların birbirine kapandığını görürüz, işte bu, be harfinin mahrecidir.

MAHREÇ ŞEMASI 




Daha önce de belirttiğimiz gibi, harflerin mahreçlerini sadece
kitaptan okumak kâfi değildir. Ehlinden ta'lim görmek şarttır. Nitekim
birçok Kur'an-ı Kerim okuyanlar, tecvidi ezbere bildikleri halde
tatbikatını yapamamaktadırlar. Bu durumda tecvidi bilmekle bilmemek
arasında ne fark vardır?...
Bir de harfler çıkarılırken, herkes harfleri, yaratılışlarında olan
tabii ses güzelliği ile çıkarmalıdır. Buradaki “Tabii ses”den maksat;

Merhum Üstad Hacı Mehmet Rüştü Aşık Kutlu hazretlerinin tabirleriyle:
“Kur'an-ı Kerim okuyucusu, Kur'an-ı Kerim’i okurken hiç zorlanmadan,
ses kendisi diyecek ki “Beni çıkar”, okuyucu sesine: “Çık” demeyecek.
Bir zorlama neticesinde çıkarılan sesin güzelliği bozulur. Okuyan da
dinleyenler de rahatsız olur, huzur kalmaz. “Binaenaleyh, ehlinden kâfi
ve vâfi derecede talim görerek, dili harfe öyle alıştırmalı ki, kaygısız ve düşüncesiz olarak o harf çıkarılmalıdır



SIFAT-I HURÛF
(HARFLERİN SIFATLARI)
Tecvid ilminde sıfat: “Mahreçlerde meydana gelişi esnasında
harfin sesine arız olan keyfiyete” denir. Sıfatlar iki kısma ayrılır:
1- Sıfat-ı lâzime: Harflerin zatına mahsus ve harften ayrılması
mümkün olmayan sıfatlardır. Çünkü sıfat-ı lazimelerin harften ayrılması
halinde, harf diye bir şey ortada kalmaz, yok olur. Bu sıfatların terk
edilmesi büyük hatadır. Sıfat-ı lâzimeler şunlardır:
“1-Cehr, 2- Hems, 3- Şiddet, 4- Rihvet, 5- Beyniyye, 6- İsti'la, 7-
İnhifad, 8- Itbak, 9- İnfitah, 10- Kalkale, 11- Safir, 12- Gunne, 13-
Tefeşşi, 14-Tekrir, 15- İstitale, 16- İzlâk, 17- İsmat, 18-Lin, 19- İnhiraf.”
2- Sıfat-ı arıza: Harften ayrılması mümkün olan ve ayrıldıkları
zaman da harfin zatını değiştirmeyen sıfatlardır. Harfin zatında bir
değişiklik meydana gelmediği için, bu sıfatların terkinde küçük hata
meydana gelir. Sıfat-ı arızalar şunlardır:
“l- Tefhim, 2- Terkik, 3- İdgam, 4- İhfa, 5- İzhar, 6- Kalb, 7-
Medd, 8-Hareke, 9- Sekte, 10- Vakf, 11- Sükun.”
Şimdi bunları teker teker izah edelim.
SIFAT-I LAZİME
1- Cehr: Lugatta, “ortaya çıkarmak, söz söylerken sesi
yükseltmek” demektir. Tecvid ilminde ise cehr: “Kendisinde cehr sıfatı
bulunan harfleri harekeli olarak telaffuz ederken, nefes cereyanının
akmamasına denir. Cehr harfleri okunurken mahrece kuvvetle
dayanıldığı için nefes cereyanı tıkanır. Cehr harfleri şu sözde
toplanmıştır: ظِلُّ قَوٍ رَبْضٌ إِذْ غَزَا جُنْدٌ مُطِيعٌ
2- Hems: Cehrin mukabilidir. Lugatta: “Sesi gizlemek”
manasındadır. Tecvid ilminde ise hems: “Harf nutk olunurken
mahrecinden nefes cereyanının akması demektir. Hems harfleri mahrece
fazla dayanmazlar. Hems, harfleri:( فَحَثَّهُ شَحْصٌ سَكَتَ ) lafzında toplanmıştır.
Cehr ile hems sıfatının farkı şudur: Cehr harflerini harekeleyip ( قَقَقَ ) gibi
tekrar edersek, nefesin akmadığını ve o harfe ait olan sesin bir kısmının
işitilmediğini görürüz. Halbuki hems harflerini harekeleyip, ( آَكَكَ ) gibi
okursak nefesin aktığını ve sesin de çıktığını görürüz. Hems harflerinde
ses gizlice akar. (( اَلرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ derken ( م) ,(ح ) üzerine akar. Bazı
okuyucular ( ح) yı ( م) üzerine akıtmayıp ( اَلرَّحْمَّنُ الرَّحِيمُ ) gibi okuyor.

Hareke üzerinde durulduğundan ( م) harfine şedde verir gibi bir okuyuş
oluyor. Bundan kaçınmak gerekir.
3- Şiddet: Lugatta, kuvvet ve kudret manalarına gelir. Tecvid
ilminde ise: “Şiddet harfleri sükûn ile okunduğu zaman ses ve nefesin
asla akmaması” demektir. Çünkü şiddet harfleri mahreçlerinden çıkarken
mahreçlerine kuvvetle dayanırlar. ( اَجِدْ قَطٌّ بَكَتْ ) lafzında toplanan harfler,
şiddet harfleridir.
4- Rihvet: Lugatta, “yumuşaklık” manasına gelen Rihvet, tecvid
ilminde: “Rihvet harflerinin sükûn ile telaffuzu esnasında, mahrece
dayanmanın zayıf olması hasebiyle, ses ve nefesin beraberce akması”
demektir. Şiddet ve Beyniyye harflerinin dışındaki harfler, rihvet
harflerdir.
5- Beyniyye: Lugatta, “ortada olmak” demektir. Şiddet ve rihvet
sıfatlarının ortasında bulunan beyniyye: “Harf telaffuz edilirken sesin ne
tamamen akması ve ne de tamamen haps olması” demektir. Beyniyye
harfleri şunlardır: ( لِنْ عُمَرَ ). Bu harfler okunurken ses, kemaliyle ne
akacak ve ne de akmayacaktır. Bazı okuyucuların:
(يَدُعُّ الْيَتِيمَ -نَعْبُدُ -فَعَّالٌ)
gibi kelimelerdeki ayın ( ع) harfini, şiddetli harf gibi, sesini tamamen
habs etmeleri fahiş hatadır. ( يَدُعُّ ) nun ayınını ( يَدُلُّ ) nun lamı gibi okumak
gerekir. Yani sesleri az akacak, şiddetli harf gibi haps olunmayacak.
6- İsti'la: Lugatta, “yükselmek ve irtifa” demektir. Tecvid
ilminde ise: “İsti'la harflerini telaffuz ederken dilin, kökü ile birlikte üst
damağa yükselmesi” demektir. ( خُصَّ ضَغْطٍ قِظْ ) harfleri, isti'la harfleridir.
7- İnhifad: Lugatta, “aşağı ve alçak olmak” demektir. Tecvid
ilminde ise: “İnhifad harflerini telaffuz ederken dilin yukarıya
yükselmeyip, aşağıda kalmasına” denir. İstila harflerinin dışında kalan
harfler, inhifad harfleri olup ( أُنْشُرْ حَدِيثَ عِلْمِكَ سَوْفَ تَجْهَزُ بَدَا ) lafzında
toplanmıştır. İsti'la sıfatının zıddı olan inhifad’ın diğer bir adı da:
İstifale’dir.
8- Itbak: Lugatta, “yapıştırmak” manasına gelen ıtbak, Tecvid
ilminde: “Itbak harfleri okunduğu zaman, dilin üst damağa yapışması”
demektir. ( ص ض ط ظ ) harfleri, ıtbak harfleridir.
9- İnfitah: Lugatta, “açılmak ve ayrılmak” manalarına gelir.
Tecvid ilminde ise: “İnfitah harfleri okunduğu zaman, dil ile yukarı
damak arasının açık olmasına” denir ki, ıtbakın mukabilidir. İnfitah
harfleri şu cümlede toplanmıştır.
(مَنْ اَخَذَ وَجَدَ سَعَةً فَزَآَا حَقٌّ لَهُ شُرْبُ غَيْثٍ


10- Kalkale: Lugatta, “hareket etmek, kımıldamak” demektir.
Tecvid ilminde ise: “Kuvvetli bir ses işitilinceye kadar mahrecin
kımıldaması, deprenmesi” demektir. Kalkale harfleri ( قُطْبُ جَدٍ ) harfleridir.
Bu harfler, harekeli oldukları zaman kalkale sıfatı az zahir olur. Kelime
ortasında veya sonunda sakin olarak vaki oldukları zaman, kalkale
sıfatları daha kuvvetli ve daha ziyade olur. Kalkale harflerinde cehr ve
şiddet sıfatları içtimâ etmiştir. Tafsilat için bakınız Sh: 44
11- Safir: Lugatta, “ıslık ve kuş sesine” denir. Tecvid ilminde ise:
“Safir harfleri olan ( ص س ز ) harflerini okurken, kuş veya ıslık sesine
benzer kuvvetli ve keskin bir sesin çıkmasına” denir.
12- Gunne: Hayşum’dan gelen sestir. Harfleri ( م) ve ( ن) olmak
üzere ikidir.
13- Tefeşşi: Lugatta, “yayılmak ve dağılmak” demektir. Tecvid
ilminde ise: “Tefeşşi harfi olan ( ش) harfini telaffuz ederken sesin dil ile
damak arasında yayılması ve ( ظ) harfinin mahrecine varıncaya kadar
uzamasına” denir.
14- Tekrir: Lugatta, “tekrar etmek” manasındadır. Tecvid
ilminde ise: “Tekrir sıfatının harfi olan ra ( ر) yı okurken dil ucunun
titremesine” denir. Tekrir sıfatının yapılışı şöyledir: Dilin ucuna yakın
olan kısmını üst damağa sıkıca basarak, oradan ayrılmaksızın sürçer gibi
titreyerek durulur. Bunu yaparken ra'nın tekrarından sakınmak lazımdır.
Bunun için de dil, damaktan ayrılmamalıdır,
15- İstitale: Lugatta, “uzun olmak” demektir. Tecvid ilminde ise:
“İstitale harfi olan dat ( ض) harfini telaffuz ederken sesin, dil kenarının
üst azı dişlerinden lamın mahrecine kadar uzanmasına” denir.
16- İzlak: Lugatta, “kolaylık ve süratli olmak” demektir. Tecvid
ilminde ise: “Kendisinde bu sıfat bulunan harfleri telaffuz ederken, dilin
çabuk olmasına, kolayca telaffuz etmesine” denir. İzlak harfleri şu
cümlede toplanmıştır: ( (فَرَّ مِنْ لُبٍّ
17- İsmat: Lugatta, “men etmek” demektir. Tecvid ilminde ise:
“Kendisinde bu sıfat bulunan harflerin telaffuzundaki zorluk ve çetinlik”
demektir. Bu sebeple dört, beş ve altı harfli kelimelerde ismat harfleri
yan yana gelemez. Mutlaka aralarında izlak harflerinden birinin
bulunması gerekir. İzlak'ın dışındaki harfler, ismat harfleridir.
18- Lin: Lugatta, “yumuşak olmak” demektir. Tecvid ilminde ise:
“Lin harfi olan vav ( و) ve ye ( ي) nin, telaffuz ve nutkunun diğer harflerin
telaffuzuna nazaran daha kolay olmasına” denir. Ancak vav ile ye'nin
harfi lin olabilmesi için:

l- Kendileri cezimli,
2- Bir evvelki harflerinin de üstünlü olması gerekir. ((نَوْمٌ -عَلَيْهِ
gibi. Tafsilatı için bak. Sh: 33
19- İnhiraf: Lugatta, “meyletmek, bir tarafa eğilmek ve sapmak”
demektir. Tecvid ilminde ise: “Kendisinde inhiraf sıfatı bulunan lam ( (ل
ve ra ( ر) harflerini telaffuz ederken dilin yukarıya veya geriye
meyletmesine” denir. Lam’da dil ucuna, ra da ise dilin üstüne doğru meyl
edilir.

SIFAT-I ARIZA

l- Tefhim: Lugatta, “bir şeyi kalın etmek” manasındadır. Tecvid
ilminde ise: “Kendisinde tefhim sıfatı bulunan harfleri kalın okumak” demektir. Tefhim sıfatının harfleri şunlardır
a- İsti'la harflerinin hepsi: Itbak harfleri daha da kalın okunur.
قَالَ ) , (وَالْعَصَا ) ) gibi.
b- Kalın okunan harften sonra gelen elif ve harf-i med olan vav.
طَالَ –رَانَ –يَقُولُ ) ) gibi.

c- Lam-ı mufahhame: (Kalın okunan lam). Kıraat-ı İmam

Asım'da bundan maksad: ( اَللهُ ) lafza-i celâlinin lamı olup, bunun bir
evvelki harfi üstünlü veya ötreli olduğu zaman, bu lam kalın okunur. Tafsilatı içinنَصْرُاللهِ -هُوَ الله  ) gibi.
d- Kalın okunan ra; Ra'nın okunuş şekilleri için bak. Sh: 45-46

2- Terkik: Lugatta, “bir şeyi ince etmek” manasındadır. Tecvid

ilminde ise: “Kendisinde bu sıfat bulunan harfleri ince okumak”
demektir. Tefhim harflerinin dışında kalan harfler, terkik harfleridir.
Harf-i med olan ye'yi, gerek kalın okunan ve gerekse ince okunan harften sonra vaki olsun, ince okumak lazımdır. ( قِيلَ -نِيلَ ) gibi.
Önemli Not: Tefhim sıfatlı harfleri kalın, terkik sıfatlı harfleri de
ince okumak gerekir. Bazı ülkelerde olduğu gibi, ( نَعْبُدُ ) ve benzeri
kelimelerdeki: Be, dal harfinin ötre halini üstün haline uydurmayıp, kalın okunması hatadır..


 Hareke: Lugatta, “Kımıldamak, hareketli olmak” demektir.
Tecvid ilminde ise hareke: “Harfleri seslendirmek için onların alt veya üstlerine konan işaretlere” denir. Hareke: Zamme (ötre), fetha (üstün) ve kesre olmak üzere üçtür. Harekeli harfe “müteharrik” harekesiz harfe de
“sakin” denir.

ÖNEMLİ İKAZLAR

1- Kendisinde inhifad (istifale) sıfatı olan harfleri ince oku.
مَالِكِ) ,(إِيَّاكَ ) - 2 ) gibi kelimelerde ince okunan harften sonra gelen
elifleri ince oku. ( خَا)، (صَا ) daki, gibi kalın sadalı yapma.
اَلْحَمْدُ)، (أَعُوذُ)، (إِهْدِنَا)، (اَللهُ) - 3 ) daki hemzeleri ince oku. Sakın
kalın okunma.
للهِ )، (لَنَا) - 4 ) gibi kelimelerdeki lamları ince oku.
5- Kalın okunan harflerin yanında vaki olan her ince okunan harfe
dikkat et, kalın okumaktan sakın. Binaenaleyh: ( وَلْيَتَلَطَّفْ ) kelimesindeki
lamı, ( عَلَي اللهِ ) deki ( عَلَي )nın lamını, ( مَخْمَصَةٌ)، (مَرَضٌ ) gibi kelimelerdeki
mimleri sakın kalın okuma ( بَرْقٌ ) kelimesindeki be'yi de ince oku.
نَعْبُدُ) - 6 ) nün be'sini, ( يَعْلَمُونَ ) gibi kelimelerdeki mim ve vav
harflerini kalın okuma.
7- Be ve cim’in şiddet ve cehr sıfatlarını beyan et. Be'yi p, cim'i ç
şeklinde okuma. Kef’i kaf, kaf’ı kef gibi yapma.
أَلْحَقُّ)، (أَحَطْتُ)، (حَصْحَصَ) - 8 ) daki ha’ların; ( يَسْطُونَ) (يَسْقُونَ ) ve
مُسْتَقِيمٌ) ) deki sinlerin inceliklerini beyan et:
9- Ranın tekrir sıfatını yaparken, ra'yı çok mırıldatma. Çünkü iki
ra'lı olur.
اَلْحَمْدُ ) - 10 ) gibi kelimelerdeki lam ve mim'in sükûnuna dikkat et.
Kalkale gibi okuma.
11- Se ( ث) yi sin, sin’i sad şeklinde okumaktan sakın. Sakın ( ذ) i
ze, ze’yi de zı ( ظ) gibi okuma.
12- Kef ve te'nin şiddet sıfatlarını iyi göster.
13- Zı ( ظ) yı dat ( ض) gibi, ( ض) ı da zı ve dal gibi okuma.
14- Bakara süresi 245. ayet-i kerimesinde geçen ( يَبْصُطُ ) ve Araf
süresi 69. ayet-i kerimesinde geçen ( بَصْطَةً ) kelimelerindeki sad harfleri
her ne kadar sad olarak yazılmışsa da sin olarak, yani ( يَبْسُطُ ) ve ( (بَسْطَةً şeklinde okunur.

15- Tûr sûresi 37. ayet-i kerimesinde geçen ( (اَلْمُصَيْطِرُونَ
kelimesindeki sad harfi, sin olarak da sad olarak da okunabilir: ( اَلْمُسَيْطِرُونَ
اَلْمُصَيْطِرُونَ - ) gibi.
16- Gaşiye süresi 22. ayet-i kerimesinde geçen ( ( بِمُصَيْطِرْ
kelimesindeki sad harfi, sadece yazıldığı gibi sad olarak okunur.

HARFLERİN SIFAT TABLOSU

1-Hemze : Cehr, şiddet, infitah, inhifad, terkik, ismat.
2-Be : Cehr, şiddet, kalkale, infitah, inhifad, terkik, İzlak.
3-Te : Hems, şiddet, infitah, inhifad, terkik, ismat.
4-Se : Hems, rihvet, infitah, inhifad, terkik, ismat.
5-Cim : Cehr, şiddet, kalkale, infitah, inhifad, terkik, ismat.
6-Ha : Hems, rihvet, infitah, inhifad, terkik, ismat,
7-Hı : Hems, rihvet, infitah, isti’la, tefhim, ismat.
8-Dal : Cehr, şiddet, kalkale, infitah, inhifad, terkik, ismat.
9-Zel : Cehr, rihvet, infitah, inhifad, terkik, ismat.
10-Re : Cehr, beyniyye, infitah, inhifad, tekrir, inhiraf, izlak.
11-Ze : Cehr, rihvet, safir, infitah, inhifad,terkik, ismat.
12-Sin : Hems, rihvet, safir, infitah, inhifad, terkik, ismat.
13-Şın : Hems, rihvet, tefeşşi, infitah, inhifad, terkik, ismat.
14-Sat : Hems, rihvet, safir, ıtbak, istila, tefhim, ismat.
15-Dat : Hems, rihvet, istitale,ıtbak, isti’la, tefhim, ismat.
16-Tı : Cehr, şiddet, kalkale, ıtbak, isti'la, tefhim, ismat.
17-Zı : Cehr, rihvet, ıtbak, isti’la, tefhim,ismat.
18-Ayın : Cehr, beyniyye, infitah, inhifad, terkik, ismat
19-Gayın : Cehr, rihvet, infitah, isti'la, tefhim, ismat.
20-Fe : Hems, rihvet, infitah, inhifad, terkik, izlak.
21-Kaf : Cehr, şiddet, kalkale, infitah, isti'la, tefhim, ismat.
22-Kef : Hems, şiddet, infitah, inhifad, terkik,ismat.
23-Lam : Cehr, beyniyye, infitah, inhifad, inhiraf, terkik, izlak.
24-Mim : Cehr, beyniyye, gunne, infitah, inhifad, terkik, izlak.
25-Nun : Cehr, beyniyye, gunne, infitah, inhifad, terkik, izlak.
26-Vav : Cehr, rihvet, infitah, inhifad, terkik, ismat,
27-He : Hems, rihvet, infitah, inhifad, tetkik, ismat,
28-Ye : Cehr, rihvet, infitah, inhifad, terkik, ismat,


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Bu bölümde, kıraatta imamımız: İmam Asım ve Hafs rivayeti

kıraatını anlatacağız. Bilhassa bu bölümde anlatılan hususları, her
müslümanın gayet iyi bilmesi ve Kur'an-ı Kerim'i ona göre okuması farz olan dini vecibelerdendir.

Kıraatta imamımız olan “İmam Asım b. Ebi'n-Necud el-Kûfi

“Tabiun”dandır. Yedi kıraat imamından biridir. Hicri 127 yılında vefat etmiştir. İmam Asım'ın bugün yaygın olan kıraatı, üvey oğlu “Hafs b.Süleyman” tarafından yapılan rivayettir. İmamımızın kıraati asırlar ilerledikçe, müslüman cemaatleri kıraat hususunda birleştirici bir dereceye yükselmiştir. Bugün ülkemiz dahil İslam dünyası içinde, Kur'an-ı Kerim %95 oranında İmam Asım'ın Hafs rivayeti üzerine okunmaktadır.

HARF-İ MED


Lugatta med: “Uzatmak” demektir. Tecvid ilminde ise:

“Makablini (kendisinden bir önceki harfi) uzatan, çeken harfe: “Harf-i
med” denir. Tecvidde med kelimesi iki anlamda kullanılır.
a- Medd-i tabii (tabii uzatma). Bu manada kasr (kısa, az
uzatmak) kelimesi de kullanılır.
b- Medd-i mezid (tabii uzatma üzerine yapılan fazla uzatma).
Harf-i med üçtür: Vav ( و), Ye ( ي), Elif ( ا). Fakat bu harfler her
zaman harf-i med olmaz. Harf-i med olabilmeleri için şu şartların
tahakkuk etmesi lazımdır:

Vav'ın harf-i med olabilmesi için:

l- Kendisinin sakin (harekesiz),
2-Makablinin de mazmûm (ötreli) olması gerekir.
صُومُوا-قُومُوا–آُونُوا) ) kelimelerindeki vav harfleri gibi.
Ye'nin harf-i med olabilmesi için:
l- Kendisinin sakin,

2- Makablinin meksûr olması lazımdır. ( (سِيرَ –فِيهِ –قِيلَ

kelimelerindeki ya harfleri gibi.
Elif ise daima harf-i meddir. Çünkü kendisi daima sakindir.
Makabli de daima meftûhtur. ( خَافَ -قَالَ ) kelimelerindeki elif harfleri gibi.
Elif yazılış itibariyle ekseriyetle dikey vaziyette ( ا) yazılır. Fakat bazen, kelime yapısı ile ilgili olarak ye ( ى) ve bazen de mushaf-ı şerife mahsus olmak üzere vav ( و) şeklinde yazılır. ( اَلصَّلَوةُ –اَلزَّآَوةُ –رَمَى ) kelimelerinde olduğu gibi.

Bu üç med harfi ( أُوذِينَا -أُوتِينَا –نُوحِيهَا ) kelimelerinde toplanmıştır.

Yukarıda zikredilen kasr, iki manada kullanılır:


a- Medd-i tabii (tabii uzatma) nın terkedilmesi

b- Medd-i tabii (tabii uzatma) ki, tecvid ilminde bu manada
kullanılır. Bazı Kur'an-ı Kerim baskılarında, mütekellim zamiri olan ( (اَنَا kelimesinin üçüncü harfi olan elifin altında görülen ( قصر ) işareti, bu kelimenin medd ile okunmayacağını yani hiç uzatılmayacağını ihtar eder.

Yine ( أَبَاؤُهُمْ –جَزَاؤُهُمْ ) gibi kelimelerdeki vav'ların harf-i med

zannedilmemesi için bu işaret konmuştur. Çünkü bu vavlar, hemzenin yazılış kaidesi ile alakalı olup, destek vavıdır. Kısacası: Altında ( (قصر işareti bulunan vav veya elif; harf-i med değildir. Dolayısıyla uzatılmayacaktır.

SEBEB-İ MED


Harf-i medden sonra gelip, asli meddi (yani bir elif miktarı olan

tabii meddi) bir elif miktarından daha fazla çekmeyi gerektiren sebebe:
“Sebeb-i med” denir. Sebeb-i med ikidir:

l- Hemze: ( ء) Hemze, kendi aslî imlasıyla yazıldığı gibi, kelime

içindeki yerine göre elif şeklinde de yazılır. Binaenaleyh, harekesi olan bütün elifler hemzedir. Hemze, kelimenin başında, ortasında ve sonundavaki olabilir. Kelimenin başında vaki olan hemze iki kısma ayrılır:

a- Hemze-i kat'ı: Hem yazıda ve hem de okunuşta daima (yani,

ibtida= başlangıç ve vasl=ulama halinde) bulunan hemzedir. ( (أَبَدٌ -مَاأَناَ gibi.

b- Hemze-i vasıl: Yazıda mevcut, ibtida (okunmaya kendisi ile

başlanma) halinde okunan, fakat vasl (kendisinden önce harekeli bir harf gelme) halinde okunmayan hemzedir. ( اَلْعَصْر وَالْعَصْرِ ) gibi.
Bu hemzelerden sadece: Harf-i medden sonra gelen ve kat’ı
hemzesi olan hemze sebeb-i med olabilir. ( مَاأَناَ -جَآءَ ) gibi.
Kelime başlarında dikey olarak, yani elif şeklinde yazılmış olan
hemzelerden hemze-i vasl'a alamet olmak üzere, elifin üstüne yarım bir sad ( ا), hemze-i kat’a alamet olmak üzere de, üstün ve ötre halinde elifinüzerine bir hemze ( أ), esre halinde de elifin altına bir hemze ( (إ yazılması itiyad edilmiştir. ( والْعَصْرِ -إِلَهٌ –أُذُنٌ –أَآَلَ ) gibi.

2- Sükûn: Harekesizlik demektir, alameti de cezim ( —ْ )

dediğimiz işarettir. ( لَمْ يَلِدْ ) gibi. Bu alâmeti taşıyan harfe, sakin harf denir.

Sakin harf, harf-i med ise bu işarete gerek yoktur. ( اَلْمِيزَانُ –اَلرُّوحُ ) gibi. Bir kelimede, med harfinden sonra sükûnlu bir harfin bulunması, med sebebi olur. Sükûn iki çeşittir:

a- Sükûn-u lâzım: Vakfen (durulunca) ve vaslen, (geçilince sabit

olan sükuna: “Sükûn-u lâzım” denir ( لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ) kelimelerindeki mim ve dal harflerinin sükunu gibi. Çünkü biz bu kelime üzerine vakf yapsak veya diğer bir kelimeye vasl yapsak, sükunlar oldukları gibi durur. Hiç değişmez.

b- Sükûn-u arız: Vakfen sabit, vaslen sakıt (düşen) olan sükûna:

“Sükûn-u arız” denir. Yani asılda olmayıp, arızî bir sebeple meydana gelen sükûndur. Bu arızî sebep de vakıftır. Mesela: ( يَعْلَمُونَ ) kelimesi üzerinde vakf yapılırsa nûn harfinin üstünü düşer, yerine cezim gelir. يَعْلَمُونْ) ) gibi. İşte bu sükûn arızîdir. Çünkü bu kelime üzerinde vakf yapılmasaydı, böyle bir sükûn meydana gelmeyecekti. Ayet sonlarındaki sükûnların çoğu böyledir. Arapça’da hareke üzerinde vakıf yapmak caiz olmadığından, vakıf halinde kelimenin son harekesi daima sükûna çevrilir. Sükûnu lazım, kelime ortasında veya sonunda vaki olabilir ,( (اَلْحَمْدُ لَمْ يَلِدْ) ) kelimelerindeki mim ve dal harflerinin sükûnu gibi. Sükun-u arız ise, sadece kelime sonunda vaki olabilir. Kelime başında ise bu sükûnlerin hiçbirisi bulunamaz. Çünkü sakin harf ile ibtida (okumaya başlamak) mümkün değildir.

MED VE ÇEŞİTLERİ

Daha önce de zikredildiği gibi, lugatta med: "Uzatmak" demektir.

Tecvid ilminde ise: Bir harfin üç harekeden biri doğrultusunda uzatılarak
okunmasına "med" denir. Medler iki kısma ayrılır.
a- Medd-i asli,
b- Medd-i fer'i. Şimdi bunları izah edelim.

a- MEDD-İ ASLİ
Buna; "Medd-i tabii" de denir ki, bu daha meşhurdur. Med
harflerinden ayrılmayan, med harfinin zatı ile kaim olan medlere: "Aslî
(tabii) med" denir. Tarifi şöyledir:

Medd-i Tabii: Bir kelimede harf-i medden biri bulunur, sebeb-i

medden hiçbiri olmazsa o kelime: "Medd-i Tabiî" olur. ( .(قَاتَلَ) ,(قَالوُا
سِيرُوا ) ) kelimelerinde olduğu gibi.
قَالَ) ): Medd-i Tabii olur. Çünkü kafı çeken harf-i medden elif var.
Sebeb-i medden ise hiçbiri yoktur.
حَكِيماً) ) ve ( عَلِيمًا ) gibi iki üstünlü kelimeler üzerinde vakıf yapılacak
olursa, iki üstünden bedel elif üzerine vakıf yapılır ve medd-i tabii olur.

Fakat durulmayıp geçilirse, medd-i tabii olmaz.

Yukarıdaki misallerde, harf-i medd hem okunuşta hem de yazılışta
vardır. Bazen okunuşta olur, fakat yazılışta bulunmaz. Bu durum, vav ve ye harflerinde olur. İleride zamir bahsinde de beyan edileceği gibi, kelimenin aslından olmayan ve he ( ه) şeklinde yazılan ve zamir olan he ( ه) lerin harekesi ötre olunca, onu çeken gizli bir vav vardır.
Buna: "Vav-ı mukadder" denir. ( لَهُ ) deki he ( ه) gibi. Hareke esre
olunca, onu çeken gizli bir ye vardır. Buna da: "Ya-ı mukadder" denir.
بِهِ ) ) deki he ( ه) gibi. Bu durumda da, bu zamirden sonra sebeb-i
medden hiçbiri vaki olmazsa, o yerde de medd-i tabii olur. ( لَهُ مَالٌ ) gibi.

Hükmü: Medd-i tabii bir elif miktarı çekilir. Farzdır. Bir eliften

eksik veya fazla çekmek lahn-ı celi (ağır ve açık hata. Bak. Sh: 60) olur.Haramdır. Bir elif miktarı, iki hareke miktarına eşittir. Bu harekenin birisi med harfinden önceki harfe, diğeri ise med harfine aittir. Bu da bir parmak kaldırıp indirecek kadar zaman miktarı olarak kabul edilir. Bu izah, sadece teorik bir ifadedir. Bunların tatbikatını fem-i muhsin'den öğrenmek gerekir.

Sebeb-i meddin bulunmasından dolayı asli medd üzerine ziyade
yapılmak suretiyle meydana gelen medlere: "Medd-i fer'i" denir. Buna "medd-î mezid" de denir. Fer'î med beş kısma aynlır:

l- Medd-i muttasıl,

2- Medd-i munfasıl,
3- Medd-i lazım,
4- Medd-i arız,
5- Medd-i lin.
Şimdi bunları beyan edeceğiz, inşaALLAH.

MEDD-İ MUTTASIL

Bitişik medd demektir. Harf-i med ile sebeb-i meddin aynı
kelimede yanyana bulunmasından dolayı bu isim verilmiştir.
Tarifi: Bir kelimede harf-i medden sonra, sebeb-i medden hemze
vaki olursa, o kelime medd-i muttasıl olur. ( (مَلاَئِكَةٌ) ,(جِىءَ) ,(جَاءَ) ,(سُوءَkelimelerinde olduğu gibi.
جَاءَ ) ) Medd-i muttasıldır. Çünkü cimi çeken harf-i medden elif
var. Sebebi medden de hemze var. İkiside aynı kelimede yan yana vaki oldukları için medd-i muttasıl olmuştur.
Hükmü: Medd-i muttasılın meddi, vacibtir. Çünkü muttefekun
aleyhdir. Yani kıraat ilminde imam olan kurraların hepsi medd etmiştir.

Hiçbiri kasr (bir elif miktarı okumak, medd-i tabii gibi) yapmamıştır.

Medd-i muttasıl, Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetinde -4- elif miktarıuzatılır. Kur'an-ı Kerim, "Hadr" (süratli okuyuş. Bak. Sh: 61) üzere okunuyorsa iki elif miktarına inilebilir. Bundan az medd etmek caiz değildir. Tahrimen mekruhtur.
Vazife: Nasr ( اِذَا جَاءَ ) süresinde geçen medd-i tabii ve medd-i
muttasılları tesbit ediniz ve bir bir izah ediniz.

MEDD-Î MUNFASIL


Ayrı medd demektir. Harf-i med ile sebeb-i meddin ayrı iki

kelimede bulunmasından dolayı bu isim verilmiştir.
Tarifi: Harf-i medden sonra sebeb-i medden hemze gelir ve ikisi
de ayrı ayrı iki kelimede, fakat yan yana vaki olurlarsa bu durumda
medd-i munfasıl olur. ( (ياَ اَيُّهَا ) ,(فَلاَ تُزَآُّوا اَنْفُسَكُمْ ) ,(وَمَا اَنْزَلَ ) ,(اِنَّا اَعْطَيْناَ
kelimelerinde olduğu gibi.
وَمَا اَنْزَلَ ) ): Medd-i munfasıldır. Çünkü mimi çeken harf-i medden
elif var. Sebeb-i medden de hemze var. İkisi yan yana, fakat ayrı iki
kelimede vaki olduğu için medd-i munfasıl olmuştur.

Daha önce anlattığımız vav-ı mukadder veya ya-ı mukadder'den
sonra  sebeb-i medden hemze vaki olursa, yine meddi
munfasıl olur. ( بِهِ اِيمَاناً ) kelimesinde olduğu gibi; Müennes işaret ismi olan ( هَذِهِ ) için de hüküm aynıdır.( اِنَّ هَذِهِ اُمَّتُكُمْ ) ayet-i kerimesinde olduğu gibi. Harf-i meddin bulunduğu kelime üzerinde vakıf yapılacak olsa, sebeb-i meddin bulunmamasından dolayı, medd-i munfasıl da ortadan kalkmış olur.Hükmü: Medd-i munfasılın meddi, caizdir. Çünkü muhtelefun fihdir. Yani bazı kurra, medd-i tabiînin medd miktarından fazla medd ettiler. Bazı kurra da kasr ettiler. Medd-i munfasıl, Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetinde -4- elif miktarı uzatılır. Kur'an-ı Kerim, "Hadr" üzere okunuyorsa, bir elif miktarına inilebilir.


MEDD-İ LAZIM


"Lazım" lügatta: "Lüzumlu, gerekli" manasına gelir. Medd-i

Lazımın tarifi: Bir kelimede, harf-i medden sonra sebeb-i medden
sükûnu lazım vaki olursa, o kelime "medd-i lazım" olur. Bu şekilde
meydana gelen meddi, bütün kıraat imamları medd ile okudukları için, bu isim verilmiştir. Medd-i lazım -4- türlüdür.

1- Medd-i lazım kelime-i müsekkale; Kelime-i müsekkale,

idgamlı kelime demektir. İdgam: Aynı cinsten olan ve yan yana bulunan iki harften birincisinin ikinciye katılarak, girdirilerek birlikte okunmalarından ibarettir ki, şedde bunun alametidir. Bu türlü kelimelerde medd harfinden sonra gelen sakin harf, idgamlı (şeddeli) durumdadır. Arabçada şedde ağırlık ifade ettiğinden, medd-i lazımın bu türlüsü: "Medd-i Lazım kelime-i müsekkale" olarak isimlendirilmiştir.

Misal:

(حَاجَّ حَاجْجَ ) (حَافِّينَ حَافْفِينَ)
اَلْحَاقَّةُ) ) : Medd-i lazım kelime-i müsekkaledir. Çünkü ha'yı çeken
harf-i medden elif var. Sebeb-i medden de birinci kafın sükun-u lazımıvar. İkisi de aynı kelimede bulundukları için medd-i lazım; sükûn-ulazımlı harf idgamlı olarak vaki olduğu için de kelime-i müsekkale olmuştur.Şayet, harf-i med ile sebeb-i med aynı kelimede yan yana vaki olmazsa, iki ayrı kelimede, mesela: Harf-i med birinci kelimenin sonunda, sebeb-i medd ikinci kelimenin başında bulunacak olursa, bu durumda medd-i lazım olmaz. Yazıda mevcud olan harf-i med, kıraat esnasında iskat edilir (düşürülür). ( مَا الْقَارِعَةُ) ) ,(اِذَا السَّمَاءُ gibi.


2- Medd-i lazım kelime-i muhaffefe: Bu durumda üzerinde

sükûn-u lazım vaki olan harf cezimlidir. Arabçada cezim hafiflik ifade ettiğinden, medd-i lazımın bu türlüsüne "Medd-i lâzım kelime-i muhaffefe" denilmiştir. ( آلْآنَ أَاَلْأَانَ ) gibi. Bu kelime medd-i lazım
kelime-i muhaffefe'dir. Çünkü hemzeyi çeken harf-i medden elif var.Sebeb-i medden de lamın sükun-u lazımı var. İkisi de aynı kelimede bulundukları için medd-i lazım, sükun-u lazımlı harf idgamsız olarak vaki olduğu için de kelime-i muhaffefe olmuştur.

3- Medd-i lazım harf-i müsekkal. Harf-i müsekkal: Kendisinde

idgam (şedde) bulunan harf demektir. Fakat harfi müsekkal'de hakikatta şedde bulunmaz. Üzerinde sükûn-u lazım bulunan harften sonra aynı cinsten harfin gelmesi sebebiyle, telaffuz halinde şedde varmışcasına okunur. ( الم اَلِفْ لاَمْ مِيمْ ) deki lâm gibi. Buradaki lâm, harf-imusekkal’dir. Çünkü lam'ı çeken harf-i medden elif var. Sebeb-i medden de mimin sükûn-u lazımı var. Sükûn-u lazımlı olan mim harfi, yine ikinci bir mime uğradığı için, telaffuzda idgam olunarak. "Medd-i lazım harf-i musekkal" olmuştur.

4- Medd-i lazım harf-i muhaffef: Bu durumda, üzerinde sükûn-u

lazım bulunan harf, idgamsızdır. ( الم اَلِفْ لاَمْ مِيمْ ) deki mim gibi.
Çünkü mimi çeken harf-i medden ye var. Sebeb-i medden de mimin
sükûn-u lazımı var. İdgam durumu da olmadığı için "Medd-i lazım
harf-i muhaffef" olmuştur. ( الر اَلِفْ لاَمْ رَا ) daki lam da böyledir.
Hükmü: Medd-i lazımın meddi, vacibtir. Çünkü bütün kıraat
imamları medd-i lazımın -4- elif miktarı med edilmesinin lüzumu
üzerinde ittifak etmişlerdir. Binaenaleyh, hadr kıraatında bile olsa, bu miktardan az meddetmek doğru değildir.

MEDD-İ ARIZ

Lugatta arız: "Önce yokken sonradan gelip çatan, musallat olan"

gibi manalara gelmektedir. Medd-i arızın tarifi şöyledir: "Bir kelimede,harf-i medden sonra sebeb-i medden sükûn-u arız vaki olursa bu durumda medd-i arız olur. ( يَقُُولُ ) ,(يَفْعَلُونَ ) kelimeleri vakıf halinde medd-i arız olurlar.
يَعْلَمُونَ ) ) : Medd-i arızdır. Çünkü mim'i çeken harf-i medden vav
var. Vakıf halinde sebeb-i medden de nun'un sükûn-u arızı var.
Binaenaleyh, medd-i arız olmuştur.
Görüldüğü üzere medd-i arız; harf-i medden sonra gelen harf
üzerinde vakıf yapıldığı zaman meydana gelmektedir. Halbuki vakıf
yapılmayıp, vasl yapılacak olursa, sükûn-u arız kalktığından medd-i arız da ortadan kalkmış olur. Bu durumda medd-i tabii olur. Medd-i arıza "medd-i vakıf" da denilmiştir.
Hükmü: Medd-i arızın medd-i caizdir. Medd-i arızın med
miktarındaki vecihler, üzerinde sükûn-u arız vaki olan harfin aslî
harekesine göre değişmektedir.

l- Eğer sükûn-u arızın üzerinde vaki olduğu harfin aslî harekesi

üstün ise, bu durumda bütün kıraat imamlarına göre -3- vecih caizdir.

a- Tûl (uzun okuyuş). Bu durumda -4- elif miktarı medd olunur.

kıraat imamlarına göre -3- vecih caizdir.

b- Tevessut (orta okuyuş). Bu durumda iki veya üç elif miktarı

medd olunur.

c- Kasr ( kısa okuyuş ). Bu durumda bir elif miktarı medd olunur.

يَخْرُجُونَ) ,(يَكْتُبُونَ ) ,(يَنْصُرُونَ ) ,(يَعْلَمُونَ ) ) kelimelerinde olduğu gibi.

2- Eğer, üzerinde sükûn-u arız vaki olan harfin aslî harekesi esre

ise, -4- vecih caizdir. a-Tûl, b- Tevessut. c- Kasr, d- Kasr ile revm.
خَافُونِ) ,(يَا عِبَادِ) ,(مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ) ) gibi.

Revm: Lugatta, "taleb etmek" demektir. Tecvid ilminde ise:

"Gizli ses ile harfin harekesini taleb etmeye, yani harekeyi hafif bir sesle okumaya: "Revm" denir. Bu durumda, esre harekesinin çok azı kalır. Üçte biri kadar. Revmin nasıl yapılacağını, fem-i muhsinden öğrenmelidir. Esrede olduğu gibi ötrede de revm yapılabilir. Üstündeyapılmaz. Revm, vasıl hükmünde olduğu için ancak kasr ile revm yapılabilir. Tûl ve tevessut ile revm yapılmaz. Revm, harekenin durumunu açıklamak için yapılan bir beyandır. Bunu gözleri görmeyen âmâlar, kulakları vasıtasıyla idrak edebilirler.

3- Eğer, üzerinde sükûn-u arız vaki olan harfin asli harekesi ötre

olursa -7- vecih caizdir, a- Tul, b- Tevessut, c-Kasr, d- Tûl ile işmam, e-

Tevessut ile işmam, f- Kasr ile işmam, g- Kasr ile revm.


İşmam: Lugatta, "koklatmak" manasına gelir. Tecvid ilminde ise,

sükundan sonra ötre harekesine işaret ederek dudakların ileriye doğru toplanması, yumulmasıdır. Harekeyi beyan etmek için dudaklarla yapılan işmam, gözleri gören ve fakat kulakları duymayan sağırlara mahsustur.
يَقُولُ) ,(نَصُومُ) ,(وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ) ) gibi.
Kıraatta imamımız İmam Asım hazretleri, Yusuf süresindeki:
لاَ تَأْمَنَّا) ) dan başka yerde işmam yapmadı. Aslı ( لاَ تَأْمَنُنَا ) idi. Revm de hiç yapmamıştır. Halen memleketimizde her ikisi de yapılmamaktadır. Medd-i arızın "tûl" okunması efdal görülmüştür.

MEDD-İ LİN

"Lîn": Lügatta, "yumuşak olmak" manasına gelir. Medd-i lin'in

tarifi şöyledir: "Bir kelimede harf-i linden sonra sebeb-i medden sükûn -lazım veya arız- vaki olursa, buradaki med: Medd-i lin" olur. Misal: ( عَلَيْهِ ) gibi. Bu kelime üzerinde vakıf yapıldığında medd-i lin meydana gelir. Çünkü harf-i linden ye var. Sebeb-i medden de he'nin sukun-u arızı vardır.

Hükmü: Medd-i lin'in medd durumu, harf-i linden sonra gelen

sükûnun cinsine bağlıdır. Şöyleki:

1- Eğer harf-i linden sonra gelen sükûn, sükûn-u lazım ise: -2-

vecih caizdir. Tûl ve tevessut. Fakat tûl ile okumak bütün kurraca tercih edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde kelime iki yerde bulunmaktadır.

a- Meryem süresinin evvelinde bulunan:

آهيعص آَافْ هَا يَا عَيْنْ صَادْ) ) mukattaa harflerindeki ( (عَيْنْ ع lafzı.

b- Şura süresinin başında bulunan

حم عسق حَا مِيمْ عَيْنْ سِينْ قَافْ) ) mukattaa harflerindeki ( (عين ع
lafzı.


2- Eğer harf-i linden sonra gelen sükûn, sükûn-u arız ise o zaman

medd-i linin medd durumu, medd-i arızda olduğu gibi, üzerinde sükûn-u
arız vaki olan harfin asli harekesine bağlıdır. Mesela: ( اَلْيَوْمَ ) de üç vecih,
عَلَيْهِ ) ) de dört vecih, ( وَلاَ نَوْمٌ ) de yedi vecih caizdir.
Bu izahattan anlaşıldıki: Medd-i lin, aslında medd-i lazım ve meddi
arıza benzemektedir. Medd-i lini onlardan ayıran husus: Harf-i medd yerine harf-i linin bulunmuş olmasıdır.

MEDD-İ TA'ZİM VE TEBRİE

Buraya kadar zikrolunan meddlerin hepsi, lafzî sebeplere göre olan

medlerdir. Bir de manevi sebeplere göre meddler vardır ki, bunlar da iki tanedir.

1- Medd-i ta'zim: Bu medd, kelime-i tevhid ( لآ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ ) daki

nafiye la ( لا) sına aittir. Buna: "Medd-i mübalağa" da denir. Çünkü
buradaki meddin mübalağalı bir şekilde yapılması, ALLAH'tan
başkasından ulûhiyyeti nefy içindir. Zaten, burası bizim kıraatta da
medd-i munfasıl olmak üzere -4- elif miktarı çekilmektedir.

2-Medd-i tebrie : La-i tebriyyeye (cinsten hükmü nefyeden la'ya)

ait bir meddir. ( لاَ شَرِيكَ لَهُ ) ,(لاَ رَيْبَ ) gibi. Bunlarda zahirde bir sebep
olmadığı halde, aslından ziyade medd etmek caizdir. Fakat tevessut
efdaldir.

Med konusunda dikkat edeceğimiz hususlar :

1- Kur'an-ı Kerim'i okurken medler, okuyuş tarzıyla orantılı

olmalıdır. Hadr tarzındaki bir okuyuşta medler en az ne kadar
çekiliyorsa, o miktar çekilmelidir. Hadr ile okurken, medleri tertile göre  çekmek; bir laubalilik ve başı bozukça bir harekettir. Adabına uygun olan: Medlerin, sükunların, idgamların hülasa bütün tecvid hükümlerinin aynı ölçüde ve birbirlerine mütenasib olmalarından ibarettir. Sağlam okuyan ve okuduğuna saygı gösteren okuyucunun aklı ağzında olmalıdır.

2- Medler mütevatir kıraat imamlarından nakledilen mertebelerde

okunmalı. Mütevatir med miktarları, ictihadi bir durum değildir. Kur'an-ı Kerim okuyan, kimin kıraatına göre okuyorsa bütün okuyuş vecihlerinde  ona uyması gerekir.


3- Kur'an-ı Kerim okuyan kimse, medlerde; imamının okuduğu

bütün mertebeleri okuyabilir. Caiz gördüğü mertebeler arasında tercih yapabilir. Mesela İmam Asım kıraatı ve Hafs rivayetiyle okuyan kimse muttasıl, munfasıl, lazım meddleri dört elif okumak durumundadır. Arız med, yerine göre dört eliften bir elife kadar inebilir.

4- Medlerin okunuşunda tecvid kaidesini bozan musiki ve nağmeyi

tecvide uydurmalı, tecvid kaidesini musikiye ve makama hakim
kılmalıdır.

5- Medlerin icrasında, med sebeblerinin gösterilmesine itina

edilmeli ve hassas davranılmalıdır. Med sebebi olan hemze ve sükunun iskatına, hazfine veya teshiline meydan verilmemelidir.

VAZİFE: Meddler bahsi burada bitmektedir. Binaenaleyh, buraya

kadar görülen konuları iki defa okuyunuz ve bir kere de anlatınız.


TENVİN VE SAKİN NUN

Tenvin, Lügatta: "Nunlamak" demektir. Tecvid ilminde ise,

Tenvin: "İsmin sonunu sakin nun ile okumaktır". Daha kolay bir ifadeyle şöyle de denebilir: "İki üstün, iki esre ve iki ötreye tenvin denir."

Sakin nun: Cezimli, üzerinde cezim işareti bulunan nun demektir.

Tenvin, daima kelimenin sonunda bulunur. Sakin nun ise hem kelime ortasında, hem de sonunda bulunabilir.
Tenvin ve sakin nunun, tecvidde özel bir yeri vardır. Tenvin veya
sakin nundan sonra vaki olan harfe göre mutlaka bir tecvid meydana  gelir. Binaenaleyh, Kur'an-ı Kerim okuyanların tenvin ve sakin nunlar üzerinden geçerken çok dikkatli olmaları ve meydana gelen tecvid olayını titizlikle uygulamaları gerekir. Şimdi bunları sırasıyla görelim.

İHFA

İhfa: lügatta: "Örtmek ve gizlemek" demektir. Tecvid ilminde

ise: "İzhar ile idgam arasında şeddeden uzak, gunnenin baki kalmasıyla
okumaya ihfa" denir. İhfa harfleri -15- tanedir.
(ت ث ج د ذ ز س ش ص ض ط ظ ف ق ك )

Tarifi: Tenvin veya sakin nundan sonra, işte bu ihfa harflerinden
biri bulunursa, ihfa olur. Misal: ( عَنْ صَلاَتِهِمْ ) ,(غَنِيٌّ آَرِيمٌ ) ,(فَتْحٌ قَرِيبٌ ) Bu misallerde, ihfa harfleri tenvin veya sakin nundan sonra vaki olmuşlardır.

İhfa harfleri, bellemede kolaylık olsun diye, şu beyitte bulunan

kelimelerin başlarında bir araya getirilmişdir.
"صِفْ ذَا ثَنَا جُودَ شَخْصٍ قَدْ سَمَا آَرَماَ ضَعْ ظَالِمًا زِدْ تُقَى دُمْ طَالِبًا فَتَرَى"

İhfa yapılırken: Tenvin veya sakin nunun telaffuzu esnasında,

zatının tamamen kalkması, buna karşılık gunne sıfatının   baki kalması esastır. Böyle olunca da nunun mahreci, kendi mahreci olan dil ucu ile onun hizasındaki iki üst ön dişlerin etlerinden, gunnenin  mahreci olan genize (hayşuma) intikal etmiş olur. İhfanın yapılışında  dilin bir fonksiyonu yoktur. İhfa yapılırken dil ucu boşta kalmalı, alt veya  üst tarafından herhangi bir yere değmemelidir. İhfada gunne mutlaka baki kalmalıdır. İhfa yaparken, idgamdan ve sakin nunu şeddeli gibi okumaktan kaçınmak lazımdır. Bilhassa sakin nunun ihfasında, nundan  önce bir med harfinin doğmasına meydan vermemelidir. Meselâ ( (آُنْتُمْ
kelimesini ( آُونْتُمْ ) şeklinde, ( عَنْكُمْ ) kelimesini ( عَانْكُمْ ) şeklinde okumak gibi. Bu şekildeki bir okuyuş büyük bir hatadır. Namazı bozar. İhfayı yaparken, ihfanın müddeti tamam olmadan, sakin nun veya tenvini takip eden ihfa harfinin mahrecine varılmamalıdır.

Bu gibi hatalar daha çok ( يَتِيماً فَاَوَى ) ,(اَنْفُسَكُمْ ) kelimelerinde olduğu
gibi fe harfinde yapılan ihfada görülmektedir. Eğer ihfanın müddeti
tamam olmadan, fe harfine geçilecek olursa bir vav sesi duyulmaktadır.
Hükmü: İhfanın yapılması vaciptir. İhfanın müddeti: Bir buçuk
harf miktarıdır. Diğer bir ifadeyle bir elif miktarıdır.

İZHAR


İzhar: Iugatta: "Açıklamak. beyan etmek, ortaya çıkarmak"

demektir. Tecvid ilminde ise "iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak, ihfasız ve idgamsız olarak okumaya izhar" denir. İzhar harfleri -6- tanedir. ( (ا ح خ ع غ ه

Tarifi: Tenvin veya sakin nundan sonra, işte bu izhar harflerinden

biri bulunursa, bu halde izhar olur. ( غَفُورٌ حَلِيمٌ) ,(مِنْ خَوْفٍ ) ,(مَنْ آمَنَ ) gibi.

Bu misallerde, izhar harfleri tenvin veya sakin nundan sonra vaki

olmuşlardır. İzhar harfleri, bellemede kolaylık olsun diye, aşağıdaki
kelimelerin başlarında bir araya getirilmiştir.
(اَللهُ حَيٌّ خَالِقٌ عَدْلٌ غَنِيٌّ هَادٍ )
İzharda şunlara dikkat edilmelidir: Sakin nun veya tenvinin zatları
açıklanmalı, sükûn üzerinde sekte yapılmamalıdır. İzhar harflerinden tamamen ayrılmamalı. Nunun sükûnu kalkale yapılmamalıdır. Sükûn üzerinde de lüzumundan fazla durulmamalıdır.
Hükmü: Vacibtir.

İKLAB

İklab: Lugatta: "Döndürmek ve çevirmek" demektir. Tecvid

ilminde ise: " Tenvin veya sakin nunu, be ( ب) harfine uğradığı zaman halis mim ( م) harfine çevirerek, hasıl olan mim harfini be harfi indinde gunne ile beraber ihfa etmeye" denir. Mim'in gunnesi biraz akıtılır. Yani dudaklar bastırılmadan hafif tutma yapılır.
İklab harfi sadece be ( ب) harfidir. Tenvin veya sakin nundan sonra
be harfi gelirse iklab olur. ( سَمِيعٌ بَصِيرٌ ) ,(مِنْ بَعْدِ ) ,(لَيُنْبَذَنَّ ) Bu misallerde:

İklab harfi, tenvin veya sakin nundan sonra vaki olmuştur. İklab

yapılırken tenvin ile sakin nunu, şeddeli mime çevirmekten kaçınmak gerekir. İklab'da şedde yoktur. ( اَنْ بُورِكَ ) kelimesini ( اَمُّورِكَ ) şeklinde okumak gibi ki çok büyük bir hatadır.
Hükmü: Vacibtir. İklabın müddeti: Birbuçuk elif miktarıdır.

İDGAM VE ÇEŞİTLERİ

İdgam; lügatta: "Gizlemek, bir şeyi başka bir şeye girdirmek,

katmak, şedde ile iki harfi bir harf yapmak" demektir. Tecvid ilminde ise:
"Sakin bir harfi, kendisinden sonra gelen harekeli ikinci bir harfe idhal edip(girdirip) şeddeli bir harf yaparak okumaya denir. İdgamı gerektiren bir sebep bulunmadıkça, idgam yapılmaz. Şimdi bunları teker teker inceleyelim.

1- İDGAM MEA'L-GUNNE


Gunneli idgam demektir. İdgam mea'l-gunne harfleri:
 -4- tanedir. Tenvin veya sakin nundan sonra bu

harflerden birisi gelirse idgam mea'l-gunne olur. Misal: ( خَيْرًا يَرَهُ
وَمِنْ مَاءٍ ) ,(سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ ) ,(مَلِكًا نُقَاتِلْ ) (مِنْ وَرَائِهِمْ ) ,(فَضْلاً مِنَ اللهِ ) ,( ) . Bu
misallerde, idgam mea'l-gunne harfleri, tenvin veya sakin nundan sonra vaki olmuşlardır. Görüldüğü üzere sakin nun veya tenvinin bu harflerden nun ve mim'e idgamı tam, ye ve vav'a idgamı ise nakıs yapılır. Tam idgam halinde idgam olunan harf (sakin nun veya tenvin) in zatı ve sıfatı, kendisine idgam edilen harfin (mim ve nun) içinde tamamen kaybolmaktadır. Nakıs, idgam halinde ise, idgam olunan harfin zatı ve sıfatı; vav ve ye'de tamamen kaybolmaz, yarı yarıya görünür. Bu durumda ses hem ağızdan, hem de burundan gelir.
Eğer sakin nun ile idgam mea'l-gunne harflerinden vav veyahut ye
aynı kelimede bulunurlarsa, bütün kıraat imamlarının ittifakı ile izhar  olur. İdgam mea'l-gunne olmaz. Kur'an-ı Kerim'de bu türlü kelime dört tanedir. Bunlar şunlardır: ( اَلدُّنْيَا -صِنْوَانٌ -قِنْوَانٌ -بُنْيَانٌ ). Bu kelimeler ( -بُيَّانٌ اَلدُّيَّا -صِوَّانٌ -قِوَّانٌ ) şeklinde okunmazlar.
Hükmü: Vacibtir. İdgam Mea'l-gunnenin müddeti: Bir elif
miktarıdır.ن ) ) ve ( يس ) kelimelerinden sonra gelen ( و) harfi İmam Asım ve Hafs rivayetine göre hem izhar hem de idgamla okunabilir:
(وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ يس ) ,(ن وَالْقَلَمِ )

2- İDGAM BİLA GUNNE


Gunnesiz idgam demektir. Bu durumda idgam var, gunne yoktur.

İdgam bila gunne harfleri; lam ( ل) ve ra (( لَرْ ) =ر ) olup, iki tanedir.
Tenvin veya sakin nundan sonra bu harflerden biri gelirse, idgam bila  gunne olur. ( مِنْ رَبِّهِمْ) ,(هُدًى لِلْمُتَّقِينَ ) gibi. Bu misallerde, idgam bila gunne harfleri, tenvin veya sakin nundan sonra vaki olmuştur.
Hükmü: Vacibtir.

3-İDGAM-I MİSLEYN

Önce "misleyn" in tarifini yapalım. Mahreçleri ve sıfatları aynı
olan iki harfe "misleyn" harf denir. O halde mahreçleri ve sıfatları aynı
olan iki harften birincisi sakin, ikincisi harekeli olarak yan yana gelirse, sakin olan birinci harfin, harekeli olan ikinci harfe idgam edilmesine "idgam-ı misleyn" denir. Bu İdgam iki çeşittir.

I- İdgam-ı misleyn mea'l-gunne (gunneli idgam-ı misleyn): Bu da

iki durumda meydana gelir:
a- Sakin nun ( نْ) dan sonra harekeli nun geldiği zaman. Misaller.
(مِنْ نََارٍ ) ,(مَنْ نَشَاءُ ) ,(وَمَنْ نُعَمِّرْهُ )
b-Sakin mim ( مْ) den sonra harekeli mim geldiği zaman. Misaller.
(مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا ) ,(عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌ ) ,(اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ )
Bu arada sakin mim ( مْ) 'in hallerini belirtelim ki, sakin mim'in üç
hali vardır.

1- Sakin mim, kendisinden sonra gelen harekeli mim harfine

uğrarsa, yukarıda görüldüğü üzere, "idgam-ı misleyn mea'l-gunne"
olur.

2- Sakin mimden sonra be ( ب) harfi geldiği zaman "ihfa" olur.

Buna "İhfa-ı şefevi" (dudak ihfası) denir. ( اَمْ بِهِ -مَا لَهُمْ بِهِ ) gibi. Mim,
dudaklara bastırmadan ve kısmen gizlenerek okunur. "Gunnede de hafif tutma yapılır.

3- Sakin mimden sonra, be ( ب) ve mim ( م)'den başka harflerden
biri geldiği zaman izhar olur. Buna "İzhar-ı şefevi" denir. ( ,(هُمْ فِيِه
وَلَهُمْ عَذَابٌ) ,(لَكُمْ دِينُكُمْ) ,(اَلْحَمْدُ) ) gibi. Bu durumda mim tutma yapılmadan, tabii olarak okunur. Mimin gunne sıfatı da normalden fazla uzatılmadan  okunur.

II- İdgam-ı misleyn bila gunne (gunnesiz idgam-ı misleyn): Nun

ن) ) ve mim ( م) harflerinin dışında kalan harfler, birbirlerine uğradığı zaman olur.
اِضْرِبْ بِعَصَاكَ ) ,(آوَوْا وَنَصَرُوا ) ,(بَلْ لَجُّوا ) ,(قَدْ دَخَلُوا) ) gibi.
Hükmü: Vacibtir.

4- İDGAM-I MÜTECANİSEYN

Önce "Mütecaniseyn" in tarifini yapalım. Mahreçleri bir, sıfatları

ayrı olan iki harfe "Mütecaniseyn" denir. Mütecanis iki harften birincisi  sakin, ikincisi harekeli olarak yan yana geldikleri zaman birinci harfin ikinci harfe idgam edilmesine: "İdgam-ı mütecaniseyn" denir. İdgam mütecaniseyn harfleri, Kıraat-ı İmam Asım ve Rivayet-i Hafs'a göre üç mahreç üzerindedir.


1- Tı ( ط) dal ( د) te ( ت) mahreci. Bu üç harf kendi aralarında idgam

olunurlar. Bu üç harfin mahreçleri birdir. Dil ucu ile üst ön dişlerin
dipleri. Fakat sıfatları ayrı ayrıdır. Çünkü tı harfinde istila ve ıtbak, dal ve te harfinde de inhifad ve infitah sıfatları, ayrıca dal harfinde cehr sıfatı ve te harfinde de hems sıfatı vardır. Bu harfler, birincisi sakin ikincisi harekeli olarak vaki oldukları zaman, birincisi ikincisine idgam edilerek okunurlar. Misaller:
(وَدَتْ طَائِفَةٌ وَدَّ طَّائِفَةٌ ) ,(عَبَدْتُمْ عَبَتُّمْ )
(اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللهَ اَثْقَلَدَّ عَوَا اللهَ ) ,(فَرَّطْتُمْ فَرَّطْتُمْ )
Görüldüğü üzere, dal ve te birbirlerine, te ve tı da birbirlerine
idgam olmaktadır. Tı ile dal arasındaki idgam için Kur-an'ı Kerim'de
misal yoktur. Birinci harf, ikinci harfin cinsine tamamen çevrilerek
okunuyorsa, meydana gelen idgama: Tam İdgam denir. Bu çevirme
kısmen olursa, mesela: Zatıyla oluyor, sıfatıyla olmuyorsa, bu takdirde:

Nakıs idgam meydana gelmiş olur. Binaenaleyh tı harfinin itbak ve

isti'la sıfatlarını göstermek, idgama mani olan kalkale sıfatını terketmek suretiyle nakıs idgam yapılmasında; te harfinin, dal ve tı harfine, ve dal harfinin de te harfine tam idgam edilmesinde kıraat imamlarının ittifakı vardır. Binaenaleyh birinci harf kalın, ikinci harf ince olursa idgam nakıs olur. Birinci harf, ikinci harfte zatı itibariyle kaybolur, fakat sıfatı itibariyle varlığını devam ettirir. ( اَحَطْتُ ) gibi. Birinci harf ince, ikincisi itibariyle varlığını devam ettirir. ( اَحَطْتُ ) gibi. Birinci harf ince, ikincisi kalın olursa veya ikisi de ince olursa idgam; tam olur. Birinci harf zatı ve sıfatı olarak ikinci harfe girdirilir. ( وَقَالَتْ طَائِفَةٌ ) ,(عَبَدْتُمْ ) gibi.


2- Zı ( ظ) zel ( ذ) se ( ث) mahreci: Bu üç harfin mahreci birdir. Dil

ucuyla üst ön dişlerin uçları. Fakat sıfatları farklıdır. Zı ve zel harflerinde
cehr sıfatı, zel ve se harflerinde de inhifad ve infitah sıfatları vardır.
Ayrıca se harfinde hems sıfatı, zı harfinde de istila ve ıtbak sıfatları
vardır. Misaller:
(اِذْ ظَلَمُوا اِظَّلَموُا ) ,(يَلْهَثْ ذَلِكَ يَلْهَذَّ لِكَ)
Görüldüğü üzere: Zel, zı'ya; se, zel'e idgam edilmektedir. Bunun
dışındaki bir hal için Kur'an-ı Kerim'de misal yoktur.

3- Be ( ب) ve mim ( م) mahreci: Bu iki harfin mahreci aynıdır.

Dudaklar. Fakat sıfatları, ayrı ayrıdır. Be'de şiddet sıfatı varken mim'de beyniyye sıfatı vardır. Bu durumda be mime idgam edilir. Bunun Kur'anı Kerim'de tek misali vardır. ( (ياَ بُنَيَّ ارْآَبْ مَعَنَا ياَ بُنَيَّ ارْآَمَّعَنَا
Hükmü: Vacibtir.

5- İDGAM-I MÜTEKARİBEYN


Önce "mütekaribeyn" in tarifini yapalım. Lügatta: "Mütekarib"
Birbirine yakın olup, yaklaşıcı olan şeylere denir. Tecvid ilminde ise:
Mahreçleri de sıfatları da başka, fakat mahreçleri veya sıfatları veyahut hem mahreç hem de sıfatları yönünden birbirleriyle yakınlığı bulunan iki harfe "mütekarib" harf denir. Mütekarib iki harften birincisi sakin, ikincisi harekeli olarak yan yana geldikleri zaman, sakin olan birinci harfin harekeli olan ikinci harfe idgam edilmesine "idgam-ı mütekaribeyn" denir.
İdgam mütekaribeyn’in harfleri, Kıraat-ı İmam Asım ve rivayet-i
Hafs'a göre iki mahreç üzeredir:

1- Lam ( ل)ve ra ( ر) mahreci: Bu iki harfin mahreci değişiktir,

fakat birbirine yakındır. (Bak. Sh: 12) Sıfatlar da değişiktir, fakat
müşterek sıfatları da vardır. (Bak. Sh: 22-23) Misaller:
(قُلْ رَبِّ قُرَّبِّ ) ,(بَلْ رَفَعَهُ الله بَرَّفَعَهُ اللهُ )
İdgam tamdır. Bu misallerde görüldüğü üzere, lam harfinin önce, ra
harfinin sonra gelmesi şarttır. Ra önce gelirse, idgam yapmak caiz
değildir. Misal: ( (فَاغْفِرْ لِى

2- Kaf ( ق) ve ( ك) kef harflerinin mahreci: Bu iki harfin mahreci

de değişiktir. Fakat birbirine yakındır. (Bak. Sh: 12) Sıfatlar da değişiktir, fakat müşterek sıfatları da vardır. (Bak. Sh: 23) Kur'an-ı Kerim'de bunun  bir misali vardır. O da el-Mürselat suresindeki ( اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ ) lafz-ı şerifidir. Tam idgam yapılarak ( اَلَمْ نَخْلُكُّمْ ) şeklinde okunur. İdgamın nakıs olacağı  rivayeti de vardır.
Hükmü: Vacibtir.

6- İDGAM-I ŞEMSİYYE ve İZHAR-I KAMERİYYE


Bu idgam, Arabçada isimlerin başına gelip, onlara marifelik

(belirlilik) kazandıran lam-ı ta'rif ( ال ) ile ilgilidir. Misal:
( Belli bir ) kitab: ( اَلْكِتَابُ ) (Herhangi bir) kitab: ( (آِتَابٌ
Lâm-ı tarife göre, Arabçada harfler iki kısma ayrılır:
1- Kamerî harfler: ( ابَغْ حَجَّكَ وَخَفْ عَقِيمَهُ ) cümlesinde toplanan
harfler olup -14- tanedir.

2- Şemsî harfler: Kamerî harflerin dışında kalan -14- harftir.
İşte, lâm-ı tariften sonra kameri harflerden biri gelirse: "İzhar-ı
kamerîyye" olur. Bu durumda lâm-ı tarifin lamı, kendisinden sonra
gelen kamerî harfe idgam edilmez. Açık bir şekilde okunur. Misal:
.(اَلْمَالُ ) ,(اَلْكِتَابُ ) ,(اَلْقَلَمُ ) ,(اَلْجَمَالُ ) ,(اَلْبَابُ )



Buna, izhar-ı kameriyye denilmesinin sebebi: Ayın yanında
yıldızların görüldüğü gibi, bu -14- harfin yanında da lâm-ı tarifin
görülebilmiş olmasıdır.
Fakat lâm-ı tariften sonra şemsî harflerinden biri gelirse: "İdgam-ı
şemsiyye" olur. Bu durumda lam-ı tarifin lamı, kendisinden sonra gelen şemsî harfe tamamen idgam edilir. İdgam-ı şemsiyye iki kısımdır:

a- İdgam şemsiyye mea'l-gunne (gunneli idgam-ı şemsiye): Bu

sadece "nun ( ن) " harfine mahsustur. Lam-ı tariften sonra "nun" harfi vaki olunca meydana gelir. Misaller: ( .(وَالنَّاسُ ) ,(وَالنَّارُ ) ,(وَالنُّورُ

b- İdgam-ı şemsiyye bila gunne (gunnesiz idgam şemsiyye): Lamı

tariften sonra, nun harfinden başka şemsî harflerden biri vaki olduğu  zaman meydana gelir. Misaller: ( (وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ ) ,(وَالشَّمْسِ
Bu idgama; güneşin yanında yıldızların görülmediği gibi, bu -14-
harfin yanında da lam-ı tarifin görülmemesinden dolayı "İdgam-ı
şemsiyye" denilmiştir.
Hükmü : Vacibtir

KALKALE

Kalkale, lügatta: "Hareket etmek, kımıldamak" demektir.

Tecvid ilminde ise: "Kuvvetli bir ses işitilinceye kadar, mahrecin
kımıldaması ve deprenmesi" demektir. Kalkale harfleri ( قُطْبُ جَدٍ ) harfleri olup -5- tanedir. Yalnız bu harflerde kalkalenin kuvvetli bir şekilde  yapılabilmesi için, bu harflerin kelimenin ortasında veya sonunda sakin olarak vaki olmaları, şarttır. Harekeli oldukları zaman, kalkale sıfatı az zahir olur. Misaller:
(لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ) ,(فَيَقْتُلُونَ ) ,(سُبْحَانَكَ ) ,(يَجْتَبِيكَ ) ,(اَطْوَارًا )
Kalkalenin nasıl yapılacağı ancak fem-i muhsinden öğrenilebilir.
Kısaca şöyle tarif edebiliriz. Kalkale harflerinin mahreçlerine kuvvetlice basılır ve birden mahreçten ayrılınır. İşte mahrecin hareket etmesi esnasında mahreçten bir ses çıkar. Bu ses sakin olan kalkale harfinin makablindeki harfin harekesine uygun bir şekilde eda edilir. Kalkaleyi, başkası duyacak kadar yüksek ve kuvvetli bir sesle yapmak vaciptir. Fakat ifrat ve tefritten şiddetle kaçınmak lazımdır.Bir kelimede, kalkale ile idgam birleşirse idgam yapılır. Kalkale terk edilir. Çünkü idgam, kalkaleye manidir. Misaller; ( ) ,(اَلَمْ نَخْلُقْكُمْ(اَلْحَقُّ ) ,(وَتَبَّ ) ,(اَلْحَجُّ ) ,(اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ ) ,(لَقَدْ تَابَ اللهُ ) ,(اَحَطْتُ

kelimelerinde olduğu gibi. Bir kalkale harfi şeddeli olduğu zaman,
birincileri üzerinde idgam sebebiyle kalkale yapılamaz. İkincileri
üzerinde ise yalnız vakıf halinde kalkale yapılır. Ancak bu gibi
kalkaleleri yaparken dikkat etmeli, kalkale harflerinden ikisi de
belirtilmelidir. Hükmü: Vacibtir.

HÜKMÜ'R-RA

(Ra ( ر) harfinin okunma hükümleri)

28 hece harfi içinde "Ra ( ر)" nın okunma hükümleri, diğer
harflerin hepsinden çoktur. Kıraat-ı İmam Asım ve rivayet-i Hafs'a göre "Ra" harfinin -12- türlü okunma yeri vardır. Şöyleki: Ra harfi beş yerde kalın, dört yerde ince okunur. Üç yerde de hem ince ve hem de kalın okumak caiz olur. Şimdi bunları birer birer görelim:
a- Ra harfinin kalın okunduğu yerler:

1- Ra'nın harekesi üstün veya ötre olduğu zaman:

فِرَاشًا ) ,(رَزَقَ ) ,(آاَفِرُونَ ) ) gibi.

2- Ra sakin olup, makabli üstün veya ötre olduğu zaman:

بَرْْقٌ ) ,(قَرْيَةٌ ) ,(بِالْعُرْفِ ) ) gibi.

3- Ra sakin, makabli de sakin olup onun makabli üstün veya ötreli

olduğu zaman: ( خُسْرٌ ) ,(عُسْرٌ ) ,(بِالصَّبْرِ ) kelimeleri vakıf halinde.

4- Ra sakin olup makablinde arızî bir esre bulunursa. Arızî esre:

Altında bulunduğu harfle okunmaya başlandığı zaman var olan, bir
evvelki harf ile birlikte okunduğu zaman ise ortadan kalkan esredir. Vasıl
(Bak. Sh: 25) hemzelerinin harekeleri arızîdir.
.(اِرْجِعِى ) ,(اِنِ ارْتَبْتُمْ ) ,(لِمَنِ ارْتَضَى

5- Esreden sonra sakin olarak bulunan Ra'dan sonra istila

harflerinden birisi gelirse. Kur'an-ı Kerim'de, bu durumda bulunan
kelimeler şunlardır: ( (مِرْصَادًا -لَبِالْمِرْصَادِ -اِرْصَادًا -قِرْطَاسٌ -فِرْقَةٌ
b- Ra harfinin ince okunduğu yerler:

1- Ra'nın kendisi esreli olduğu zaman: ( (رِجَالٌ -يُرِيدُ


2- Ra sakin, makabli esreli olunca: ( (مِرْفَقًا -فَاصْبِرْ -فَكَبِّرْهُ


3- Ra sakin, makabli de sakin, onun makabli esreli olduğu zaman:

قَدِيرٌ ) ,(حِجْرٌ ) ,(بَصٍيرٌ ) ,(اَلذِّآْرُ ) ) kelimeleri vakıf halinde.

4- Ra sakin olup makablinde harf-i lin olan ye harfi bulunduğu

zaman. Vakıf halinde ( سَيْرٌ ) ,(خَيْرٌ ) kelimeleri gibi.
c- Ra harfinin hem kalın hem de ince okunmasının caiz olduğu
yerler:

1- Esreden sonra vaki olan sakin Ra'dan sonra, istila harflerinden

biri esreli olarak bulunursa. Bunun Kur'an-ı Kerim'de tek misali vardır. Şuara süresi ayet: (آُلُّ فِرْقٍ ) 63

2- Ra sakin, makablinde sad ( ص) ve tı ( ط) harflerinden biri de

kendileri sakin makablileri esreli olarak vaki olduğu zaman: ( مِنْ مِصْرَ ) ve
عَيْنَ الْقِطْرِ ) ) kelimelerinde olduğu gibi. ( مِصْرَ ) kelimesinin vakıf halinde kalın ( اَلْقِطْرِ ) kelimesinin de vakıf halinde ince okunması tercih edilmiştir.


3- Kelimenin aslına delalet etmek bakımından ince; vakıf halinde

makabline nazaran kalın okunan ra'lar: ( أَنْ أَسْرِ أََنْ أَسْرِى ) gibi. Genel kaide uyarınca, vakıf halinde bu kelimelerdeki Ra’ların kalın okunması gerekir. Ancak, bu kelimelerin asılları itibariyle sonlarında bulunan ve fakat yazıda görünmeyen ye'lere işaret etmek üzere ince okunmaları da caiz görülmüştür. Fakat kalın okumak efdaldir.Ra harfi, idgamlı veya şeddeli bulunduğu zaman ikinci Ra nazar-ı itibara alınır. İkinci Ra kalın okunuyorsa birincisi de kalın, yok ince okunuyorsa birincisi de ince okunur. ( شّرِّ ) kelimesindeki Ra’lar ince, (يَفِرُّ ) dakiler de kalın okunur.
Hükmü: Vacibtir.

LAFZATULLAH

Bu bahiste ( اَللهُ ) lafz-ı şerifinin kıraatından bahsedilir. ALLAH lafz-ı 
şerifinin makabli üstünlü veya ötreli olursa, ALLAH lafz-ı şerifi kalın okunur. ( هُوَ اللهُ ),(نَصْرُاللهِ ) gibi. Eğer ALLAH lafz-ı şerifinin makabli esreli olursa, o zamanda ALLAH lafz-ı şerifi ince okunur. ( بِاللهِ) ,(ِللهِ ) gibi. Bu kaideler ( اَللهُمَّ ) lafz-ı şerifi için de aynen geçerlidir. Hükmü: Vacibtir.


ZAMİR


Tecvid ilminde bahis konusu olan zamir, kelimelere bitişen müfred

müzekker gaib zamiri olan hu ( هُ) zamiridir. Bu zamirin harekesi ötre olduğu zaman vav ile, esre olduğu zaman da ye ile uzatılır. هِى ) ) ,((هُوgibi. Şimdi bu durumun nerelerde ve nasıl tahakkuk ettiğini görelim:

l- Zamir iki harekeli harf arasında bulunduğu zaman. Misal:

وَلَمْ يَكُن لَهُ آُفُوًا أَحَدٌ
Bu durumda zamir ötreli ise vav ile esreli ise ye ile bir elif miktarı
uzatılır. Ancak daha önce izah edildiği gibi zamirden sonra gelen harf hemze ise, o zaman medd-i munfasıl olur. ( بِهِ إِيماَناً ) gibi. Bak sh: 29 Ancak bu kaidenin şu istisnaları vardır.

a- Araf süresi, قَالُواْ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ) : 111 ). Buradaki zamir sükun ile

okunur.

b- Neml süresi, فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ) : 28 ). Buradaki zamir sükun ile okunur.


c- Nur süresi, وَيَتَّقْهِ فَاؤُلَئِكَ) : 51 ). Buradaki zamir medsiz, esreli olarak

okunur.

d- Zümer süresi, يَرْضَهُ لَكُمْ) : 7 ) Buradaki zamir de medsiz ötreli

olarak okunur.

2- Zamir, iki sakin arasında vaki olduğu zaman ittifakla medsiz

okunur. ( آتَاهُ اللهُ)، (وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ ) gibi

3- Zamir, kendinden önce harekeli, kendisinden sonra sakin iki harf
arasında vaki olunca da ittifakla medsiz okunur. Misal:
لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ) ) gibi.

4- Zamir, sakin bir harften sonra ve harekeli bir harften evvel vaki

olduğu zaman yine medsiz okunur. ( فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ) ,(فِيهِ هُدًى ) gibi. Yalnız  Furkan süresi 69. ayetinde geçen ( فِيهِ مُهَانًا ) kelimesindeki ( هِ) zamiri med olunur.
Bazı kelimelerin sonlarında bulunan ve kelimenin aslî harfi olup,
zamir olmayan ( هُ) leri; zamir olan ( ه) ler ile karıştırmamak lazımdır.
وَلَمْ يَنْتَهِ) , (مَا نَفْقَهُ) ) kelimelerinde olduğu gibi.
Hükmü : Vacibtir.

SEKTE

Lügatta: “Susmak, sükût etmek” manasına gelen “Sekte”; tecvid

ilminde: “Kıraat esnasında sesi, nefes almaksızın kesmek” manasında kullanılmaktadır. Sektenin zamanı, vakfın zamanından azdır. Bu da  okuma hızına göre değişir. Normal olarak bir elif miktarıdır, sekte vasıl haline mahsustur. Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetine göre, Kur’an-ı Kerim’in -4- yerinde sekte yapılmaktadır.

1- Kehf süresi, 1-2. Ayetindeki ( عِوَجًا قَيِّمًا ) kelimeleri arasında.

Burada sekte, birinci kelimenin üzerinde, elif üzerine medd-i tabii
halinde ( عِوَجَا ) durularak, nefes almaksızın sesimizi kısa bir müddet
kesmek ve ikinci kelimeye geçmekle yapılır. Burada sekte yapılmasının sebebi: ( قَيِّمًا ) kelimesinin ( عِوَجًا ) kelimesine sıfat düşmesi ihtimalini  ortadan kaldırmaktır. Burada vakf evla, sekte caizdir.

2- Yasin süresi, 52. ayetindeki ( مِنْ مَرْقَدِنَا هَذاَ ) kelimeleri arasında.

Burada ( مَرْقَدِنَا ) kelimesi üzerinde, nefes almadan kısa bir müddet durulup,ikinci kelimeye geçmek suretiyle sekte yapılır. Burada da sekte  yapılmasının sebebi: ( هَذَا ) kelimesinin ( مَرْقَدِنَا ) kelimesine sıfat düşmesi ihtimalini gidermek içindir. Çünkü ayet başından ( مَرْقَدِنَا ) kelimesine kadar olan kısım kafirlere ait sözdür. ( هَذَا ) ile başlayan cümle de mü’minlerin veya meleklerin sözüdür. Burada da vakf evla, sekte caizdir.


3- Kıyame süresi, 27. Ayetindeki ( وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ ) kelimeleri arasında

مَنْ) ) kelimesinin nunu üzerinde, nefes almaksızın sesi bir müddet keserek  رَاقٍ) ) kelimesine devam etmek suretiyle sekte yapılmış olur. Burada sekte  yapılmasının sebebi: İdgam bila gunneye mani olmaktır. Şayet idgam yapılacak olursa, kelime “Merrak” şekline girer ki manası: Çorbacı olur. Ayetin manasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü ayetin manası : “Çare bulan kimdir?

4- Mutaffifin süresi, 14. Ayetindeki ( آَلاَّ بَلْ رَانَ ) kelimeleri arasında

بَلْ) ) kelimesinin lamı üzerinde nefes almaksızın, sesi kısa bir zaman
kesmek ve ikinci kelimeye devam etmek suretiyle sekte yapılır. Burada da sekte yapılmasının sebebi: İdgam mütekaribeyne mani olmaktır. Çünkü idgamın şartları bulunduğundan idgam yapılırsa kelime “Berran” olur. Berran “Küpçü” demektir. Ayetin manası ile hiçbir ilgisi yoktur.

HA-İ SEKT

Zikrolunan bu sektelerden başka bir de “Ha-i sekt” vardır. Bundan

maksat: Bazı kelimelerin son harekesini muhafaza etmek için, kelimenin  sonuna ziyade olunan sakın he ( ه) harfidir. Kıraat imamları, Kur’an-ı  Kerim’in -9- yerinde vaki olan ha-i sekteli -7- kelimeyi vakf halinde ha-i sekt ile okumak hususunda ittifak etmişler. Fakat aynı kelimelerin vasıl  hallerinde ha-i sekt ile okuyup okumama hususunda ise İhtilaf  etmişlerdir. Kıraatta imamımız, İmam Asım hazretleri bunların hepsini vasıl hallerinde de ha-i sekt ile okumuştur. Bu -7- kelime şunlardır:


l-Bakara süresi, 259. Ayetindeki ( لَمْ يَتَسَنَّهْ ) kelimesi.

2- En’am süresi, 90. Ayetindeki ( اقْتَدِهْ ) kelimesi.
3-Hakka süresi, 19 ve 25. Ayetindeki ( آِتَابِيَهْ ) kelimesi.
4- Hakka süresi, 20 ve 26. Ayetindeki ( حِسَابِيَهْ ) kelimesi.
5- Hakka süresi, 28. Ayetindeki ( مَالِيَهْ ) kelimesi.
6- Hakka süresi, 29. Ayetindeki ( سُلْطَانِيَهْ ) kelimesi.
7- Karia süresi, 10. Ayetindeki ( مَاهِيَهْ ) kelimesi.

VAKF VE İBTİDA

Lügatta: “Durmak” manasına gelen “vakf”, tecvid ilminde:

“Nefesle birlikte sesin kesilmesine” denir. Vakf, kelimenin sonunda
yapılır. Kelime ortasında kesinlikle yapılamaz.
İbtida” da, lügatta: “Başlamak” demektir. Tecvid ilminde ise:
“Kıraata ilk defa veya vakf yapıldıktan sonra kıraata devam etmek için  tekrar başlamak” manasına gelmektedir.
Vakf ve ibtida mahallerini iyi bilmek lazımdır. Çünkü vakf ve
ibtida, doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim’in manası ile ilgili bir husustur.

Durulacak yerlerin tesbiti, başlanacak mahallerin bilinmesi Kur’an-ı

Kerim’in daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Binaenaleyh, vakf ve  ibtidaya riayet etmemek, Kur’an-ı Kerim’in manasını anlaşılmaz bir hale  sokar. Meselâ, Nisa süresindeki:
“Namaza yaklaşmayınız = ”وَلاَ تَقْرَبُوا الصّلاَةَ

43. ayetinin devamını okumadan vakf yapmak gibi. Devamında:

“Siz sarhoş iken = ”وَأَنْتُمْ سُكَارَى
buyurulmaktadır. Yine İbrahim suresi 22. Ayeti kerimesinde:
“Muhakkak ben inkâr ettim = ”اِنِّي آَفَرْتُ
diye vakfedip, devamından, yani:
“Beni (Allah’a) ortak koşmanızı = ”بِمَا اَشْرَآْتُمُونِي
den başlamak da böyledir. Çünkü mana tamamen değişmektedir. Bu

yüzden kıraat imamlarımız, vakf ve ibtidayı bilmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh, kelamın lafız ve mana yönüyle tamam  olduğu bir yerde vakf yapmak lazımdır. Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) vakf ve ibtidaya çok önem verirdi. Hz. Ümmü Seleme (R.A.) nın bildirdiğine göre: Peygamberimiz (S.A.V.) Kur’an Kerim  okuduğunda kıraatını ayet ayet keserdi.
Hz. Ali (R.A.) de : “Tertil, harfleri tecvide riayet ederek
okumak ve vakıfları bilmektir” buyurmuştur. Ashab, Kur’anın helaliniharamını, emrini-nehyini öğrenirken vakıf yerlerini de öğrenirlerdi. İbnü’l Enburi: “Kur’an-ı Kerim-i bilmenin yolu, vakf ve ibtidayı  bilmekten geçer” demiştir.

Bütün bu anlattıklarımız vakıf ve ibtidanın önemli bir kaide
olduğunu göstermektedir. Zamanımızdaki Kur’an-ı Kerim okuyucularının, maalesef, bu hususta ne kadar eksik oldukları erbabınca malumdur.Vakıfta esas olan iskândır. İskân: Bir kelimenin sonunu eğer  harekeli ise sakin kılmaya denir. Hareke üzerine vakıf yapılamaz. Şimdi kelime sonlarının hareke durumlarına göre iskâna misaller verelim:

l- Vakıf yapılan kelimenin sonu sükûnlu ise, olduğu gibi kalır.

رَبِّي) ,(قُلْ) ) kelimelerinde olduğu gibi.

2- Kelimenin sonu üstünlü ise sakin kılınır. ( يَعْلَمُونَ ) gibi


3- Kelimenin sonu esreli ise , sakin kılınır. ( مِنَ النَّاسِ ) gibi. Ayrıca

revm de yapılabilir. Bak. Sh: 32

4- Kelimenin sonu ötreli ise, sakin kılınır. ( (إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

gibi. Ayrıca revm ve işmam da yapılabilir. Bak. Sh: 32

5- Kelimenin sonu şeddeli ise, şeddeye riayet etmek suretiyle o

harfin şeddeli olduğunu belirtmek lazımdır. ( مُسْتَقَرٌّ) ,(فِي الْيَمِّ ) gibi.

6- Kelimenin sonunda harekeli vav ( و) veya ye ( ي) harfi bulunur

ve kendilerinden önceki harfin harekesi de kendi cinslerinden yani vav’ın  makabli ötreli, ye’ninki de esreli olursa, vakıftaki iskan sebebiyle harf-imedd olurlar. Misaller:
هُوَ هُو *فَنَسِيَ فَنَسِي gَibi.

7- Kelimenin sonunda yuvarlak te ( ة) harfi bulunuyorsa, he ( ه) sesi

üzerine vakıf yapılır: ( جَنَّةٌ جَنَّهْ ) gibi

8- Kelimenin sonu tenvinli ise tenvin düşer ve harf sakin okunur.
آِتَابٌ آِتَابْ) ) gibi. Ancak tenvin iki üstün ise, o zaman tenvînden bedel
elif üzerine vakf yapılır. ( بَصِيرًا بَصِيرَا ) gibi. Tenvin, yuvarlak te ( (ة
üzerinde bulunuyorsa, vakf halinde tenvin yine düşer ve he( ه) sesi
üzerine vakf yapılır: ( رَحْمَةً رَحْمَهْ ) gibi.

9- Te’kid nunları, tenvin ile yazılmış bulunan Yusuf süresi, 32.

Ayetinde ( وَلَيَكُنًا ) kelimesi ile Alak süresi; 15. ayetindeki ( لَنَسْفَعًا ) kelimesi  üzerinde vakf, elif üzerine yapılır.

10- Kur’an-ı Kerim’deki ( اَنَا ); Kehf süresi, 38. Ayetindeki ( ;(لَكِنَّا

Ahzab süresi, 10. Ayetindeki ( اَلظُّنُونَا ); Ahzab süresi, 66. Ayetindeki
اَلرَّسُلاَ) ) Ahzab süresi, 67. Ayetindeki ( اَلسَّبِيلاَ ); İnsan süresi, 4. Ayetindeki  سَلاَسِلاَ ve İnsan süresi, 15. Ayetindeki ( قَوَارِيرًا ) kelimeleri üzerinde, Hafs  rivayetine göre, hiçbir şeyden bedel olmamak üzere, elif üzerine vakf  yapılır. Bu yedi kelimenin hepsi de mushaflarda elifle yazılmıştır. İnsan süresi l6. Ayetinde geçen ikinci ( قَوَارِيرَ ) kelimesi, vasl halinde tenvinsiz, vakf halinde de ra’nın sükunuyla okunur.
Alimlerin ekseriyetine göre dört türlü vakf vardır:

1- Vakf-ı tam: Maba’di (kendisinden sonrası) ile lafzan ve manen
ilgisi olmayan bir kelime üzerinde yapılan vakıflardır. Bakara süresi
5.Ayeti ( وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ) üzerinde vakıf yapmak gibi. Bu vakıflarda
geriden alınmaz. Kıraatı kesmek ancak vakf-ı tam olan ayetlerin
sonlarında caizdir. Vakf-ı tam, ayet sonunda olabileceği gibi, ayet
ortasında da olabilir. Vakf-ı tam da vakf etmek, müstehabtır.

2- Vakf-ı kâfi: Lafzan tamam olan, fakat mabadi ile manen irtibatı

bulunan kelime üzerinde yapılan vakıflardır. Bakara süresi, 6. Ayet-i
kerimesi ( لاَ يُؤْمِنُونَ ) üzerinde yapılan vakf gibi. Kelam lafzan her ne kadar
tam ise de, manen maba’di ile irtibatlıdır. Vakf-ı kâfide, vakfetmek güzel
olup, geriden alınmayarak devam edilir. Ancak kıraati kesmek doğru
değildir.

3- Vakf-ı hasen: Kendisinde kelamın tamam olduğu, fakat

maba’di ile lafzan ve manen irtibatı olan kelime üzerinde yapılan
vakıflardır. Fatiha süresindeki ( صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ) ayeti üzerinde
yapılan vakf gibi. Çünkü ( غَيْرِ ), kelimesi ( اَلَّذِينَ ) kelimesinin sıfatı veya
ondan bedeldir. Binaenaleyh, lafzan tealluk bulunmaktadır. Vakf-ı
hasende, vakfetmek caizdir. Fakat ayet sonu da olsa kıraati kesmek ve
kıraata böyle yerden başlamak caiz değildir.

4- Vakf-ı kabih: Kelam tamam olmayan, bir mana çıkmayan ve
maba’di ile lafzan ve manen alakası bulunan mahal ve kelimelerde
yapılan vakıflardır. Böyle vakıflar, katiyyen caiz değildir. ( إِيَّاكَ نَعْبُدُ )nun
إِيَّاكَsi üzerinde vakıf yapmak gibi. Kelâmda mübtedanın haberi, fiilin
faili, kavlin mekûlu, şartın cezası, muzafın muzafun ileyhi, mevsûlün
sılası ve fiil-i müteaddinin mefûlu bihi zikredilmedikçe kelam tamam
olmaz. Ve mana anlaşılmaz. İşte bu hususta arapçaya büyük bir ihtiyaç
vardır.

Nefesin kesilmesi ve benzeri zaruri hallerde vakf-ı kabih’de

durulabilir. Fakat kıraata önceki kelimeden başlamak lazımdır. Hoca
talebesine ders öğretmek için vakf-ı kabih de olsa durabilir. Şimdi kısaca
Secavend vakf işaretleri ve ifade ettikleri manalara temas edelim.

SECAVEND VAKF İŞARETLERİ

م :Mim: Vakf-ı lâzım işaretidir. Bu işaret nerede gelirse orada

vakfetmek lazımdır. Vacibtir. Vakf terk edilemez. Çünkü kasd edilen
mana bozulur. Hatta bu vakf, kasden terk edildiği taktirde, küfrü icab ettirmesinden korkulur. Mim İşareti, Kur’an-ı Kerim’de -84- yerde bulunmaktadır.

 :Tı: Vakf-ı mutlak alâmetidir. Bu işaretin bulunduğu yerde de
vakf yapılması evla olmakla beraber, vasl da caizdir. Vakf yapılmazsa da
bir şey lazım gelmez. Bu işaretin bulunduğu yerde durulur ve devam
edilir.

ج:Cim: Vakf-ı caiz alâmetidir. Vakf ile vasl ihtiyaridir. Ancak

vakf evladır.

ص :Sad: Vakf-ı ruhsat işaretidir. Vakfın yeri olmayan, fakat

zarurete mebni vakf caiz olan mahal demektir. Vakf yapıldığı taktirde
geriden almaya lüzum yoktur.

ز :Ze: Vakf-ı mücevvez alametidir. Vakf caiz olmakla beraber

vasl evladır. Vakf yapılırsa, geriden almak caizdir.

لا :Lamelif: Vakfın caiz olmadığını gösterir. Durma, durulmaz

demektir. Çünkü mana tamam olmamıştır. Vasl etmek lazımdır. Vakf yapılırsa geriden almak gerekir. Ancak ayetin sonunda olursa, tekrar geriden almak doğru değildir. Çünkü orası diğer bir ayetin başıdır.

ق :Kaf: Vasl alametidir. Vakf caizse de vasl evladır.


قف :Kıf: Vakf alametidir. Bu kelime üzerinde “vakf yap”

demektir. Vasl da caizdir,

صلي : Sılî: Vakfın caiz, vaslın efdal olduğuna işarettir.


ك : Kef ( آذا ) veya ( آذلك ) kelimesinin kısaltılmış şekli olup, bir

önceki işaret gibidir, demektir.


ع :Ayın: Rükû alametidir. Namaz kılarken rukuya gitmenin güzel
ve münasib olduğunu bildirir. Mevzu ve kıssa başıdır. Buna: “Aşr-ı şerif” işareti de denir.

س : Sin ( سكته ): Sekte işaretidir.


( ): Bu üç noktalı işaretin birisinde durulunca ötekinde

durulmaz. İkisinde de durulmazsa bir şey lazım gelmez.
خ  : Hı; ( خمسة ) kelimesinden alınmış olup, 5 ayette bir konur.

مَدْ: Med işaretidir. Altında bu işaret bulunan harf uzatılır.


قَصْرٌ : Kasr işaretidir. Altında bu işaret bulunan harf, uzatılmadan

okunur.

NOT: ( أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ) de ( لا) işareti varsa da, mezhebimize göre burası

ayet sonudur. Binaenaleyh, burada vakf yapılır ve devam edilir. Geriden
almaya veya vakfı terk etmeye gayret göstermeye lüzum yoktur.
Bu secavend vakf işaretlerine riayet etmek gerekir.
Riayet  etmemek, durulacak yerde durmamakta, durulmayacak yerde de
durmakta kerahet vardır. Hatta, manayı ifsad edecek yerde kasden
durmak haramdır. Ümmü Seleme validemizden rivayete göre
Peygamberimiz (S.A.V.) Fatiha-i şerife’nin her ayetinde  vakfetmişlerdir.
Kıraata ilk defa başlamak veya vakf yaptıktan sonra kıraata devam
etmek için tekrar başlamak diye tarif ettiğimiz “ibtida” esnasında da
mananın tam olup-olmayacağına ve değişip-değişmeyeceğine çok dikkat
etmek lazımdır. Çünkü bazı hatalı okuyuşlar manayı ifsad edebilir. Hele
kasdî olursa, insanı küfre de sevk edebilir. Tevbe süresi, 30. ayetindeki;
“Uzeyr ALLAH’ın oğludur = ( عُزَيْرٌ ابْنُ اللهِ )” kısmından ibtida etmek gibi.
Halbuki bunun makablindeki “(Ve Yahudiler dedi ki = ”وَقَالَتِ اليَهُودُ
kısmından başlamak lazımdır. Yine kıraat esasında: ( اِنِّي آَفَرْتُ ) üzerinde
vakfedip, ilerisinden, yani ( بِمَا اَشْرَآْتُمُونِي ) den başlamak da böyledir.
Maalesef, bu husustaki hatalı okuyuşlara sık sık rastlamaktayız. Kıraattan
tamamen ayrılmak niyetiyle okumayı kesmek diye tabir ettiğimiz “Kat’”halinde de bu mana cihetine çok dikkat etmek gerekir. Okumaya devam edilmesi mana yönüyle zaruri olan yerlerde, ayet sonu cüz veya hizib sonu bile olsa kıraattan ayrılmak katiyyen doğru değildir. Arapça iyice bilinmeden, bu hususu bir takım kaidelere dökmek mümkün değildir, kanaatindeyiz. Şu kadar var ki, vakf hükümlerine riayet etmek, ibtida ve  kat’ esnasında insanı nisbeten hatadan kurtarır.

VASL

Vasl: “Geçmek, ulaştırmak ve bitiştirmek” manasına olup, vakfın

zıddıdır. Tecvid ilminde ise: “Sesi ve nefesi kesmeksizin bir kelimeyi
kendisinden sonra gelen kelimeye bağlamak suretiyle okumaya vasl”denir. Vasl da esas olan harekedir. Vasl’ın hükümleri şunlardır:

l- Vasl yapılan iki kelimenin harflerinden her ikisi veya birisi

harekeli ise, normal harekeleriyle vasledilirler: ( إِذَا جَاء نَصْرُ اللهِ ) gibi.

2- Bir kelimenin diğer bir kelimeye vaslı halinde iki sakin ictima

ederse:

a- Birinci harf, harf-i med ise ıskat edilir. Iskat: Bir harfin yazıda

mevcud olup, telaffuz ve okunuşta olmaması, düşürülmesi demektir:
إِذَا السَّمَاءُ) ) gibi. Fakat mütekellim zamiri olan ye, vasıl halinde meftuh
okunur. Iskat edilmez. ( لَمَّا جَائَنِيَ الْبَيِّنَاتُ) ,(رَبِّيَ الَّذِي ) gibi.

b- Eğer sakin olan birinci harf harf-i med değilse, o harf esre ile

harekelenir. ( لَمْ يَكُنِ الَّذِي) ,(قَالَتِِ اْلاَعْرَابُ ) gibi. Tenvinler sakin nun
shükmünde oldukları için bu kaideye tabidirler. ( اَحَدٌ اللهُ ) Ancak harf-i cer
olan ( مِنْ ) in nunu, vasl halinde fetha ile, cemi zamirlerinin mimleri ve
makabli meftuh olan cemi vavları vasl halinde ötre ile harekelenirler.
هُمُ الَّذَينَ), (مِنَ النَّاسِ) ,(وَلاَ تَخْشَوُا النَّاسَ )) gibi.

İSTİAZE ve BESMELE

İstiâze: Koğulmuş olan şeytanın şerrinden ALLAH’a sığınmaktır.

Peygemberimiz (S.A.V): ( اَعُوذُ بِِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِمِ ) şeklinde Euzu
çekerlerdi ve en meşhuru da budur. Sabah namazından sonra okunan aşr-ı
şerif hakkında, Ma’kıl b. Yesar (R.A)’den rivayete göre Peygamber
(S.A.V) Efendimiz: “Kim sabaha erdiği zaman üç kere:
)اَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ العَلِيمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ)
der ve Haşr sûresinden üç ayet okursa, Allah onun için yetmiş bin
meleği vekil tayin eder de onlar, akşam oluncaya kadar kendisine
rahmet okurlar. Şayet o gün ölecek olsa şehid olarak ölür. Akşam
vaktinde aynı şekilde okuyacak olsa yine sabaha kadar aynı şeyler
sözkonusudur” buyurmuşlardır.
Burada sabah ve akşamları okunması tavsiye edilen Haşr sûresinin
üç ayeti, sûrenin sonunda yer alan ve ( هُوَ اللهُ الَّذِي ) diye başlayan üç ayettir.
Umumiyetle sabah ve akşam namazlarından sonra camilerimizde aşır
olarak okunması memleketimizde adet olmuştur.

Cenab-ı Hak, “Kur’an-ı Kerim’i okuyacağın zaman, o kovulmuş
olan şeytandan hemen ALLAH’ü Teala’ya sığın.” buyurarak,
kıraattan evvel istiazeyi emretmiştir. Bu istiazenin de cehren okunması
lazımdır, müstehabtır. Bir sûrenin başından okumaya başlayan kimsenin
Besmele’yi de okuması gerekir, sünnet-i müekkededir. Fakat sûrenin
ortasından başlayan kimse, Besmele’yi okuyup-okumamakta
muhayyerdir. Fakat okuması daha faziletlidir. Bir de Tevbe sûresinin
başından okumaya başlayan kimse kati surette besmele okuyamaz.
Sadece Euzu’yu okur. Ortalarından başladığı zaman besmeleyi de
okuyabilir.
Kıraata, Besmele olmadan yalnız Euzu ile başlandığı zaman vasl ve
kat’dan başka bir şekil yoktur. Her ikisi de caizdir.

Eğer Euzu-Besmele ile surenin evvelinden kıraata başlanırsa, bütün

kurraya göre -4- vecih caizdir. Bu dört vecihten birini veya bir kaçını
tatbik etmek muhayyerdir.
l- Kat’ul-küll: İstiaze ve Besmele’de vakf yapmak.
اَلْحَمْدُ ......قَطْعٌ ......بِسْمِ اللهِ.......قَطْعٌ ....أَعُوذُ
2- Kat-ı evvel vasl-ı sani: İstiaze’de vakfedip besmele’yi sûrenin
ilk ayetine vasl etmek:
اَلْحَمْدُ ......وَصْلٌ ......بِسْمِ اللهِ.......قَطْعٌ ....أَعُوذُ

3- Vasl-ı evvel kat-ı sani: İstiazeyi besmele’ye vasledip,
besmele’de vakf etmek:
اَلْحَمْدُ ......قَطْعٌ ......بِسْمِ اللهِ.......وَصْلٌ ....أَعُوذُ

4-Vaslu’l-küll: İstiaze’yi besmele’ye, besmeleyi de sûrenin ilk

ayetine vasletmek.
اَلْحَمْدُ ......وَصْلٌ .... ......بِسْمِ اللهِ.......وَصْلٌ ....أَعُوذُ

İki Sûre Arasında Besmele


Kıraat-ı İmam Asım ve Hafs rivayetine göre, iki sure arasında euzu

okunmadan üç vecih caizdir:
1-Kat-ı küll: الم.....قَطْعٌ ......بِسْمِ اللهِ.......قَطْعٌ ....وَلاَ الضَّالِّينَ

2-Vasl-ı sani: ......بِسْمِ اللهِ.......قَطْعٌ ....الم وَلاَ الضَّالِّينَ .....وَصْلٌ


3- Vasl-ı küll: الم.....وَصْلٌ ......بِسْمِ اللهِ.......وَصْلٌ ....وَلاَ الضَّالِّينَ

Görüldüğü üzere, vasl-ı evvel yani, sûrenin son ayetini besmeleye
vasledip durmak caiz olmamaktadır. Bu vecih, hiçbir kurranın kıraatında
yoktur. Bunu yapmamaya dikkat etmek lazımdır.
Kıraat İmamları Enfal sûresi ile Berae (Tevbe) sûresi arasını üç
vecihle okumuşlardır. Bu vecihlerin hepsinde besmele terk edilir.

l- Vakf: Enfal sûresinin sonunda vakf yaparak, Berae sûresine
devam etmek: ( بَرَائَةٌ......وَقْفٌ .....اِنَّ اللهَ بِكُلِّ شَيْئٍ عَلِيمٌ ) gibi

2- Sekte: Enfal sûresinin sonunda sekte yapıp, Berae sûresine

devam etmek: ( بَرَائَةٌ......سَكْتَهْ .....اِنَّ اللهَ بِكُلِّ شَيْئٍ عَلِيمٌ ) gibi.

3- Vasl: Enfal sûresinin sonunu Berae suresine vasl etmek.

بَرَائَةٌ (وصل)اِنَّ اللهَ بِكُلِّ شَيْئٍ عَلِيمٌ ) ) gibi.

Önemli Not: Fatiha sûresinin sonunda vakf edip, Âmin lafzını

besmele’ye vasl etmek, yani âmine diyerek besmele’ye başlamak ve
Bakara sûresini okumaya devam etmek caiz değildir. Çünkü Âmin lâfzı
ittifakla Kur’an-ı Kerim’den değildir. Amin lâfzını açıktan okuyarak yani
“Amine bismîllahirrahmanirrahim” diyerek onu Kur’an-ı Kerim’e
katmak, büyük bir hatadır. Hanefi mezhebine göre bu Âmin lafzı hem
okuyan ve hem de dinleyen tarafından gizli olarak söylenir.

TEKBİR


Lügatta: “Büyültmek ve büyük görmek” manalarına gelen

“Tekbir”, Tecvid ilminde: ( اللهُ اَآْبَرُ ) demeye denir ki, Vedduha sûresinden
başlamak suretiyle, Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar devam eden kısa
sûrelerin sonunda getirilir. Hikmete mebni, bir müddet kesilen vahye
tekrar kavuşan Peygamberimiz (S.A.V.), sevincini ve ferah halini izhar
etmek kasdıyla, Vedduha sûresi nazil olunca tekbir getirmiştir.
Binaenaeyh, bu tekbiri getirmenin sünnet veya müstehab olduğu rivayet
edilmiştir.
Tekbirin sığası: ( اللهُ اَآْبَرُ ) dur. İhlas sûresinden itibaren, tekbirle
beraber tehlil ve tahmid de getirilir.
Tekbir: ( (اللهُ اَآْبَرُ
Tehlil: ( (لاَاِلَهَ اِلاَّ اللهُ وَ اللهُ اَآْبَرُ
Tahmid: ( (اللهُ اَآْبَرُ وَ للهِ الْحَمْدُ
Tehlil ve tahmid getirmek, kıraat imamlarından “İbn-i Kesir”
hazretlerinin kıraatıdır.
Tekbirin başlama yeri, ekseri kurraya göre: Vedduha sûresinin
sonu, İnşirah sûresinin de evvelidir. Tekbirin okunması esnasında,
hepsinde vakfetmek veya vasl etmek caiz olduğu gibi, sure sonunda veya
tekbirde veya besmelede vakf yapmak da caizdir. Tatbikatı:
اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ ...وَقْفٌ...بِسْمِ اللهِ...وَقْفٌ...اللهُ اَآْبَرُ....وَقْفٌ...فَحَدِّثْ - 1
اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ ...وَصْلٌ...بِسْمِ اللهِ...وَصْلٌ....اللهُ اَآْبَرُ...وَصْلٌ...فَحَدِّثْ-

LAHN(Okuyuş hatası)

Lügatta: “Hata etmek ve doğrudan sapmak” manalarına gelen

“lahn”, Tecvid ilminde : “Tecvid kaidelerine uymamaktan meydana
gelen hata” demektir. İki kısma ayrılır:
l- Lahn-ı celi: Ağır ve açık hata demektir ki, Kur’an-ı Kerim
okuyabilen herkesin kolaylıkla farkedip anlayabileceği derecede bulunan
hatalı okuyuşlardır. Şu hallerde meydana gelir:
a- Harflerin mahreçlerini veya sıfat-ı lazimelerini bozmak. Tı ( (ط
harfini, dal ( د) veya te ( ت); hı ( خ) harfini ha ( ح) veya he ( ه ) olarak
okumak gibi. Misal: ( خَلَقَ ) Yarattı; ( حَلَقَ ) Traş etti.
b- Harekelerde yapılan hatalar. Ayetin manası ister bozulsun, ister
bozulmasın. ( أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ) ayet-i kerimesindeki te’yi ötre veya esre okumak
gibi.
c- Kelimede bir harf ziyadeleştirmek veya eksiltmek. ( لَمْ يَلِدْ ) lafz-ı
şerifini ( لَمْ يَلِيدْ ) diye okumak gibi.
d- Medd-i tabileri terketmek. ( قَالَ ) yi ( قَلَ ) okumak gibi.
e- Harekeyi sükûna veya sükûnu harekeye çevirmek. ( اَلْحَمْدُ ) lafz-ı
şerifini. ( اَلِحَمِدُ ) seklinde okumak gibi.
Bu hataların vukuunda, ibarede mana değişebileceğinden fahiş bir
hata ve haram işlenmiş olur. Çoğu zaman namaz bozulur. Binaenaleyh
Kur’an-ı Kerim okuyanların, lahnın bu çeşidinden kesinlikle kaçınmaları
gerekir.
2- Lahn-ı hafi: Küçük ve gizli hatadır ki ancak tecvidi iyi bilen,
Kur’an ve kıraat ilmi konusunda ehil olan kimselerin fark edebileceği
hatalardır. Harflerin sıfat-ı arızası terk edildiği zaman, lahn-ı hafi
meydana gelir. İhfayı, idgamı, iklabı, terkik ve tefhimi yerine
getirmemek gibi. Lahn-ı hafi, manayı bozmaz.
Lahnın hükmü: Lahn-ı celiden kaçınmak farz-ı ayındır. Çünkü
Lahn-ı celi çoğu zaman namazı bozar. Lahn-ı hafiden sakınmak farz-ı
ayın olmamakla beraber, lahn-ı hafi de: Kur’an tilavetini ve tecvid
ahkâmını zedelediği için tenzihen mekruhtur, sevabı eksiktir. Kur’an
okuyan herkes gücü yettiği ölçüde lahn-ı hafiden kaçınmalıdır. Lahn-ı
hafi, namazı bozmaz.

KUR’AN-l KERİM’İN OKUNUŞ ŞEKİLLERİ

Kıraat imamları, Kur’an-ı Kerim’in üç tarzda okunabileceğini

söylemişlerdir:

1- TAHKİK: Diğer bir adı: Tertil’dir. En ağır okuyuştur. Bu

tarzda tilavet olunurken, her bir harfin hakkı tam olarak verilir. Medd-i
tabiiler birer, diğer fer’i meddler dörder elif miktarı uzatılır. Şedde ve
gunneler, izah edilen miktarınca yapılır. Fakat bu hususta ifrata kaçarak
harekeleri uzatmak, tahrik (sakin harfe hareke vermek), iskan harekeli
harfi sakin kılmak) ve harflerin arasında sekte yapmak gibi bir takım
hatalar yapılmamalıdır.

2- HADR: Tecvid kaidelerine uymak şartıyla, Kur’an-ı Kerim’in

en süratli okunuş tarzıdır. Bu durumda sadece sür’at artar. Fakat hiçbir
şekilde tecvid kaideleri ihmal edilemez. Medler asgariye indirilir. Medd-i
tabii ve medd-i munfasıllar birer elif; medd-i muttasıllar ikişer elif ve
medd-i lazımlar dörder elif -bir rivayette iki buçuk elif- miktarı çekilir.
Meddleri bu ölçülerden aşağı düşürmek caiz değildir. Tahrimen
mekruhtur. Kelimeler birbirine karıştırılmaz, harflerin mahreç ve sıfatları
terk edilmez. Çünkü bu şekilde, yani harfleri birbirine karıştırarak tecvid
kaidelerini ihlal ederek okumak hezreme=tahlit olur ki kesinlikle caiz
değildir, haramdır. Memleketimizde hatim indirilirken ve teravih namazı
kıldırılırken hadr usulü tercih edilmektedir. Fakat
bir çok tecvid
kaideleri ihmal edilmekte ve manevi mesuliyet altına girilmektedir. Vakfedilen yerde az da olsa nefes almak lazımdır. Çünkü,
vakf edilen

yerde nefes almadan durup tekrar devam edilirse, sekte meydana
gelmiş olur. Bundan kaçınmak lâzımdır.

Kur’an-ı Kerim’de ne kadar. ( هَؤُلاَءِ ) varsa, Hadr kıraaatında
bunların ha’sı bir elif, la’sı iki elif miktarı medd edilir. Görünüşte her ne
kadar ikisi de medd-i muttasıl ise de, aslında ( هَا ) sı medd-i muttasıl
değildir. Çünkü ( هَا ) ayrı ( اُولاَءِ ) ayrı bir kelimedir. Dolayısıyla bu kısım
medd-i munfasıl olur. Nedense bir kelime ( هَؤُلاَء ) şeklinde yazılmıştır.
Binaenaleyh İmam Asım ve medleri bir elif çeken imamlar bu şekilde
medd ederler.

3- TEDVİR: Tahkik ile hadr arasında orta bir okuyuşun adıdır. Bu
tarzda ki okuyuşta tecvid hükümleri orta tempolu bir nispette icra olunur.
Mesela: Muttasıl ve munfasıl meddler iki buçuk-üç elif, medd-i lâzım
dört elif miktarı uzatılır. Mahreçler ve harflerin sıfatları katiyyen ihlal
edilemez.

Bu kıraat tarzlarından Hadr: Teravih namazlarında ve üstad

huzurunda hafızlar ders okurken, tedvir: Diğer namazlarda ve mukabele
okunurken, tahkîk ise: Aşrı şerif okurken, öğretim ve alıştırmada tercih
edilir. Fakat bu üç türlü okuyuşu birbirine karıştırmamalıdır. Kıraata,
hangi okuyuşla başlanılmış ise onunla da bitirilmelidir.
Bu üç okuyuş tarzının dışında bir de caiz olmayan bir okuyuş daha
vardır ki, buna herzeme denir. Bu okuyuşta harfler, kelimeler birbirine
karışır, okuyuş bozuluır. Kur’an-ı Kerim’i, bu şekilde okumak haramdır.

KIRAAT İLMİ

Kur’an-ı Kerim’in okunuş keyfiyeti, kıraat imamlarına nisbet edilen

okuyuşlar ile alakalı ilme “Kıraat ilmi” denir ki üçe ayrılır.
a) Aşere: On kıraat imamının okuyuşu demektir.
b) Takrib: On kıraat imamının iki ravisiyle beraber okuyuşu
demektir.
c) Tayyibe: On kıraat imamının ve iki ravisi ve ravilerinin talebeleriyle
okuyuşu demektir.
Aşere, Takrib ve Tayyibe ilimlerini tahsil etmek de farz-ı kifaye olan
ilimlerdendir

DUDAK TA’LİMİ

Kıraat esasında dudakların icablara göre, usul ve kaidelerine uygun

olarak hareket etmelerine “Dudak talimi”denir. Bunu “fem-i
mühsin”den almak lazımdır. Satırlarda tarif edilebilecek belli-başlı usul
ve kaideler şunlardır:
1- Üstün: Çene biraz düşük, dudaklar ise normal açıktır. Kalın
üstünde ağız biraz daha çok açık olur.
2- Esre: Ağız normal açıklıkta olup, dudaklar tamamiyle
normaldir.
3- Ötre: Dudaklar ileriye doğru yumularak uzatılır. Vav harfini
okurken de dudaklar ileriye doğrudur. İşmamlarda da durum böyledir.
4- Sakin harfte: Dudaklar makablinin harekesine tabidir.
5- Şeddeli ve İdgamlı kelimelerde:
a- Üstünden üstüne: Dudaklar normaldir: ( اَذَّنَ) ,(وَدَّ ) gibi.
b- Üstünden esreye: Dudaklar normaldir. ( اَذِّنْ ) gibi.
c- Üstünden ötreye: Üstün hareke verilir verilmez, dudaklar yay
halinde yumulur ve öne uzatılır: ( وَ الطُّورِ) ,(وَدُّوا ) gibi.
d- Esreden esreye: Dudaklar tam normaldir. ( مِنْ مِثْلِهِ ), gibi.
e- Esreden üstüne: Dudaklar tam normaldir. ( مِنْ بَعْدِ) ,(مِنْ بَيْنِهِ ) gibi.
f- Esreden ötreye: Esre hareke verilir verilmez, dudaklar ötreye
gider. Şedde veya idgam, dudaklar ötrede iken icra edilir,
فِي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ) ) gibi.

g- Ötreden ötreye: Dudaklar yumuk ve uzanıktır. Şedde veya
idgam bu halde icra edilir. ( اَدُلُّكُمْ) ,(عَدُوٌّ مُبِينٌ ) gibi.
k- Ötreden üstüne: Ötre harekesi verilir verilmez, dudaklar üstüne
gelir. Şedde veya İdgam üstünde icra edilir. ( ثُمَّ) ,(اَللَّهُمَّ ) gibi. Ancak
idgamlı harf vav ise, üstünlü dahi olsa idgam zaruri olarak ötrede yapılır.
شِفَاءٌ وَ رَحْمَةٌ) )gibi.
t- Ötreden esreye: Ötre harekesi verilir verilmez, dudaklar ani
olarak normale gelir. Şedde veya idgam normalde icra edilir. ( (وَيْلٌ لِكُلِّ
gibi.
6- İklablarda dudaklar:
a- Üstünden üstüne: Dudaklar normaldir. Ancak, “be” harfi
telaffuz olunurken dudaklara biraz bastırılır. ( اَنْبَأَهُمْ ) gibi.
b- Üstünden esreye: Dudaklar aynıdır. ( اَنْبِئْهُمْ ) gibi.
c- Esreden esreye: Dudaklar aynıdır. ( يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ )gibi.
d- Esreden üstüne: Aynıdır. ( مِنْ بَعْدِ ) gibi.
e- Esreden ötreye: Esreden ötreye yay gibi yumulur. ( (مِنْ بُطُونِ
gibi.
f- Ötreden ötreye: Dudaklar ötrededir: ( فِي آُلِّ سُنْبُلَةٍٍ ) gibi.
g- Ötreden üstüne: Maklûb mimin sükûnu zammede lüzumu
kadar verildikten sonra, dudaklar birdenbire normale gelir ve gelir
gelmez hafif bir kıpırdama ile “be” harfi telaffuz edilir. , ((سَمِيعٌ بَصِيرٌ
لَيُنْبَذَنَّ )) gibi.
h- Ötreden esreye: Yukarıda olduğu gibidir. ( وَاللهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ ) gibi.
7- Dudak ihfasında dudaklar, tıpkı iklab gibidir. ( اَمْ بِهِ ) gibi.

TEMSİLİ OKUMA

Mânâ harflerini rollerine; kelimeleri, cümle ve ayet-i kerimeleri
delâlet ve ifade ettikleri manalarına yakışır bir tarzda okumaya “Temsil”
diyoruz ki, tecvid müessesesini meydana getiren unsurlardan biridir.
Temsili okumanın kısımları şunlardır:
1- Vakf ve İbtidaya riayet etmek: Yani, daha önce izah edildiği
gibi durulacak ve başlanacak yer ve şekilleri iyi bilmek ve tatbik etmek.
2- Ref’u savt: Kur’an-ı Kerim okunurken bazı harflerde,
kelimelerde veya ayet-i kerimelerde sesi münasib bir şekilde yükseltmek,
belirtili ve farklı bir şekilde sese perde veya ton vererek daha canlı bir
şekilde okumaktır. Bu da harflerde, kelimelerde, cümle veya ayetlerde
olur.
a- Harfler üzerinde :
1- Kelimelerin baş harflerinde vurgu yapılır.
اَلْحَمْدُ للهِ) ) ve ( اِيَّاكَ نَعْبُدُ ) gibi. Maalesef bu hususa dikkat edilmediğinden çok
yanlış okumalar olmaktadır. ( اِيَّاآَنَعْبُدُ ) gibi. Bu okuyuşta nun harfine
yapılması lazım gelen vurgu kef harfine yapılmış olup, hatadır.
Kelimenin orta veya son harflerine vurgu yapılmaz.
2- Nida harflerine vurgu yapılır. ( يَا اَيُّهَا النَّاسُ ) gibi.
3- Nefy için olan ( مَا ) ve ( لاَ) ya vurgu yapılır,
وَلاَ اَناَعَابِدٌ) ,(..مَا اَنَا) ) gibi. Mevsûle olan ma’lara vurgu yapılmaz. Çünkü o
zaman nafiye olmuş olur ve mana bozulur. Binaenaleyh,
لاَ اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ) ) daki ma’ya vurgu yapılmaz.
4- Nefy-i cins için olan ( لاَ) ya vurgu yapılır. ( (لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ) (لاَ رَيْبَ
5- Te’kid lamlarına vurgu yapılır. ( لَقَدْ) , (لَيُنْبَذَنَّ ) gibi.
6- Harf-i cerlere vurgu yapılır. ( اَعُوذُ بِِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِمِ ) gibi.
7- İstisna için olan ( اِلاَّ ) nın hemzesîne vurgu yapılır. لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ
8- İstifham edatlarına da vurgu yapılır.
اَلَمْ يَجْعَلْ آَيْدَهُمْ) , (مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ) ) gibi.
9- Bir cinsten iki müteharrik harf yanyana gelince, ikincisine
mutlaka vurgu yapılır. Bu suretle birincisinden ayrılmış olur.
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَ انْحَرْ) , (أَلَمْ تَرَ آَيْفَ فَعَلَ ) , (رَبَّكَ آَثِيرًا) ) gibi.

10- Tahkîk edatlarına vurgu yapılır. ( (....اِنَّ اللهَ
b- Kelimeler üzerinde:
c- Ayetler üzerinde:
Tahsis, hasr ifade eden kelime ve ayetler, HAKK’a ait sözler, emir
sığaları, medh, müjde ve rahmet ifade eden kelime ve ayetlerinde, İslam
ve HAKK’ın üstünlüğünü tebliğ eden ayetlerde oldukça sesi yükseltmek,
üstün bir eda ve yüksek bir seda ile okumak lazımdır. Müşriklere,
kafirlere verilen cevabları muhtevi ayetler de böyledir.
3- Hafd-u Savt: Sesi alçaltarak, sesin perde ve tonunu indirerek,
edayı ve tavrı değiştirerek ve sedayı hüzünlü bir şekle sokarak
okumaktan ibarettir.
Müşriklerin, kafirlerin, münafıkların ve islam düşmanlarının
batıla mensub sözlerin, ALLAH kelamı içinde nakl ve hikaye olunan
yerlerinde sesi alçaltarak, peygamberler dahil bütün mü’min kulların
ALLAH’a dua ve niyaz ifade eden kelime ve ayetleri tam bir yalvarış ve
tevazu içinde sesi hafifleterek, tehdid ve ibret ifade eden ayetlere gelince
korku ve saygıdan dolayı az hafif bir sesle okumak lazımdır. Bütün bu
hallere aykırı hareket etmek, Kur’an Kerim’in belagatına ters düşer. Bu
temsili okumanın adabını bir fem-i mühsin’den iyice ta’lim etmek
gerekir. Bu hususun tam başarılabilmesi için arapçayı iyi bilmenin
gerekli olduğunu bir defa daha hatırlatmak isteriz.

KUR'AN-I KERİM'İ ÖĞRENİP OKUMAK VE DİNLEMEK
VAZİFELERİ

Her müslüman için namazı caiz olacak miktar Kur'an-ı Kerim'den

ezber etmek, bir farz-ı ayndır. Fatiha sûresi ile diğer bir sûreyi ezber
etmek de vaciptir ki, bununla farz da yerine getirilmiş olur. Kur'an-ı
Mübin'in diğer kısımlarını ezberleyip hafız olmak da ehli İslâm için bir
farz-ı kifayedir.
Kur'an-ı Kerim'i namaz dışında Mushaf-ı şerif'ten bakarak okumak,
ezber okumaktan daha faziletlidir. Çünkü bu takdirde okuma ibadeti ile
Mushaf-ı şerif'e bakma ibadeti toplanmış olur.
Kur'an-ı Azim'i namaz dışında da kıbleye yönelerek ve güzel
elbiseler giyinmiş bulunarak taharet üzere okumak müstehaptır. Evvelinde
"eüzü" ile "besmele"yi okumak da müstehaptır.
Kur'an-ı Mübin'i ayda bir kere hatim etmek daha iyidir. Senede bir,
kırk günde bir, haftada bir hatim edilmesini tercih edenler de vardır. Üç
günden az bir müddette hatim edilmesi müstehap değildir. Çünkü böyle
az bir müddette okunacak bir Kur'an-ı Azîm'in yüksek mânalarını
düşünmek mümkün olamaz, tecvidine de belki riayet edilemez.
Kur'an-ı Kerim'i dinlemek bir farz-ı kifayedir. Bununla beraber
başka işler ile uğraşan kimselerin yanlarında Kur'an âyetlerinin seslice
okunması uygun değildir. Bu halde Kur'an-ı zişan'ı dinlemeyenler değil,
okuyanlar günaha girmiş olurlar.
Kur'an-ı Hakim'i okumak, nafile ibadetten ve aşikâre okumak,
sessizce okumaktan ve dinlemek, okumaktan daha faziletlidir. Yeter ki
riyadan uzak olsun.
Bir kimse, yürürken veya bir iş görürken Kur'an-ı Kerim'i
okuyabilir. Yeter ki bu hal, Kur'an'ın gafletle okunmasına sebebiyet
vermesin.
Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua ile, tesbih ile,
Peygamber Efendimiz'e salât-ü selâm ile meşgul olmak, Kur'an-ı Kerim'i
okumaktan daha faziletlidir.
Kur'an-ı Kerim'i güzel ses ile tecvid üzere okumak müstehaptır.
Nitekim bir hadis-i şerif'te:
لكل شيئ حلية وحلية القرآن حسن الصوت
"Her şeyin bir süsü vardır, Kur'an'ın süsü de güzel sestir."
buyrulmuştur.
Fakat tecvide aykırı şekilde telhin ile, terci' ile, nağmeler ile
okumak caiz değildir. Kelimelerideğiştiren bir lâhn (hata), ihtilafsız
haramdır. Lâhn ile Kur'an okuyan kimseye doğrusunu ihtar etmek, işiten
kimse için yapılması gerekli dini bir vazifedir. Ancak bu yüzden
aralarında bir düşmanlık, bir kin meydana geleceği bilinirse, o müstesna.
Kur'an-ı Azîmüşsan'ı okuyup öğrenmiş olan kimse, daha sonra
Mushaf'ı şerif'ten okuyamayacak derecede unutacak olsa, günahkâr olur.
Kur'an-ı Kerim'i okumak gibi başkasına okutmak da pek büyük bir
ibadettir. Bir hadîs-i şerifte:
خيرآم من تعلم القرآن وعلمه

"Sizin en faziletliniz, Kur'an'ı öğrenip başkalarına öğreteninizdir."

buyrulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de:
القراء عرفاء اهل الجنة

"Güzel Kur'an okuyan müslümanlar, cennet ehlinin en arif olanlarıdır."
buyrulmuştur.
Kur'an-ı Mübin maddî, manevî, bedenî ve kalbî hastalıkların bir şifasıdır.
Nitekim: “ القرآن دواء ” hadîs-i şerifi de bunu bildirmektedir.
Artık her müslüman için icap etmez mi ki, Kur'an-ı Kerim'i
öğrensin, onu okumakla şereflensin, birçok sevaplara nail olsun!
www.mehmettaluhoca.
























































































1 yorum: